Gelinen bugünkü noktada Türkiye’nin Suriye politikası konusunda özeleştiri sadedinde söylenebilecek söz “denedik ama olmadı” gibi bir şey olabilir herhalde. (Çünkü bir yandan “dost bivefa, felek birahm”, diğer yandan ise “düşman kavi, talih zebun”du!)
Buna karşılık ABD’nin -bugünlerde IŞİD münasebetiyle yeniden tartışma konusu olan- Irak politikası hakkında benzer bir şey söylemek mümkün mü veya bunu söylemek doğru olur mu diye düşünmek gerekebilir.
Şunun için: ABD’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği Irak işgalinin gerçek sebebini, kim ne derse desin, hâlâ bilmiyoruz. Almanya ve Fransa’nın o günkü müdahaleye neden canhıraş bir şekilde itiraz ettiklerini de bilmiyoruz. O sırada Almanya’nın yönetimindeki Schröeder ile Fransa’nın başındaki Chirac’ın neden işgalden kısa bir süre sonra ülkelerinin yönetiminden uzaklaşmış olduklarını da doğru dürüst analiz edemiyoruz.
Daha da önemlisi, ABD’nin en azından o günlerde en büyük hasmı olarak görünen İran’a yönelik en önemli iki tehdidi (Afganistan’da Taliban, Irak’ta Saddam rejimlerini) bertaraf etmekle sonuçlanan bir askeri harekâta girişmiş olmasının gerekçeleri de hâlâ belirsiz.
Diğer yandan el-Kaide’yi tasfiye etmeyi amaçladığı söylenen Irak işgalinin neticesi olarak bugün bu ülkede el-Kaide örgütünün devlet kuracak hale gelmiş olmasındaki ironi de dikkate değer bir ayrıntı durumunda.
Bütün bunları biz Irak işgaline karar veren dönemin ABD Başkanı oğul Bush’un entelektüel kapasitesinin düşük, buna mukabil dinî coşkusunun yüksek olması dolayısıyla etrafındaki neo-conların dolduruşuna gelmesine bağlıyoruz. Amerikan yönetici eliti içindeki Neo-conlar dediğimiz kesimin de sadece “fanatik ve çılgın” oldukları için böylesi akıl almaz bir politikayı uygulamaya soktuklarını düşünüyoruz.
Ne var ki Irak’ın işgalinin sonucu olarak esas itibarıyla bölgedeki mevcut ulus devletlerin çözülmesinin ve etnik kimliklerle mezhep aidiyetlerine dayalı yeni bir politik mimarinin oluşumunun yolunun açılmış olmasını tesadüfi bir gelişim olarak görmek doğru mu?
Irak’tan on yıl sonra Suriye’nin de etnik birimlere ayrışma sürecine girmiş olmasına bakarak, her iki ülke sınırlarını da İngilizlerin -Fransızlarla birlikte- çizmiş olduğu gerçeğinden hareketle bugünkü gelişmelere “Sykes-Picot düzeninin sonu” demekte bir beis yok. Ancak yüz yıl öncesine odaklanıp bugünün muhtemel yeni “Sykes-Picot”larını hesaba katmamak bizi bir yere götüremez.
Zira bu çerçevede, mesela şunu düşünmek gerekiyor olabilir: İngiltere her ne kadar Irak’ın işgali konusunda sorgusuz sualsiz ABD’nin yanında yer almış olsa da vaktiyle bu ülkenin vaziyet ettiği bölge dengeleri ve yine bu ülkenin masa başında çizdiği sınırların yer aldığı harita artık ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmiş görülüyor olabilir mi?
Birinci dünya savaşının ardından bölgeyi egemenliği altına alan İngiltere’nin harita üzerinde sınırlarını çizmeye varacak kadar ince planlamalarla şekillendirdiği bu coğrafyayı ikinci dünya savaşından sonra ABD’nin denetimine terk ettiği hatırlanacak olursa bugünün yeni şartlarının doğurduğu yeni ihtiyaçlara cevap verecek birtakım girişimler neden düşünülmüş olmasın?
İkinci soru: Buradan bakıldığında Amerikalıların kendi Irak politikaları hakkında “denedik ama olmadı” kabilinden bir özeleştiride bulunmaları gerekiyor mu?