ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ‘Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemeyiz’ sözünü birkaç kez tekrarlamış. Bu söz ne anlam ifade ediyor? Sahada yaşanabilecek bir komplikasyona karşı iyi niyetli bir hassasiyet çağrısı mı yapıyor, yoksa örtülü bir uyarıda mı bulunuyor?
ABD’nin Türkiye ile karşı karşıya gelmek istememesi bir yönüyle iyi bir gelişme, hatta bir milat olarak görülebilir. Müttefik ülkelerin veya model ortakların bırakın karşı karşıya gelmesini, ciddi bir işbirliği ve koordinasyon içinde hareket etmesi gerekir.
Tillerson’ın bu temennisi müttefikliğin ne kadar erozyona uğradığının da bir ifadesi… Hiç müttefikler karşı karşıya gelir mi?
Maalesef birçok konuda hiç de müttefikliğe yakışmayacak bir şekilde ABD ile Türkiye karşı karşıya gelmiştir.
15 Temmuz darbe kalkışmasında bulunan FETÖ’nün korunup kollanması bir karşı karşıya gelme değil midir? Türk demokrasisine kasteden, Türk milletine ihanet eden bir örgütün himaye edilmesi açık bir karşıtlık hali değil midir?
Türkiye Cumhuriyeti'ne savaş açan PKK/PYD terör örgütüne kol kanat germek, karşı karşıya gelmek değil midir? Binlerce insanı katleden ve Türkiye için büyük bir ulusal güvenlik sorunu olan bir örgütü desteklemek açık bir karşıtlık değil midir?
Sarraf Davası gibi yargı kumpaslarıyla Türkiye’nin bankacılık sistemini hedef almak karşı karşıya gelmek değil midir? FETÖ’nün 17 Aralık karalama kampanyasının ABD versiyonunu devreye sokarak Türk hükümetini köşeye sıkıştırmaya çalışmak açık bir karşıtlık değil midir?
Tüm İslam dünyasının olduğu gibi Türkiye’nin de büyük hassasiyet sahibi olduğu Kudüs konusunda dayatma içine girmek karşı karşıya gelmek değil midir?
Eğer ABD Dışişleri Bakanı ‘çok karşı karşıya geldik ama ARTIK karşı karşıya gelmek istemiyoruz’ demeye çalışıyorsa bu hayırlı bir gelişmedir.
Türk toplumundaki ABD karşıtlığının artmasının tek sebebi, ABD’nin Türkiye karşıtı gibi davranması ve dostane değil hasmane bir imaj oluşturmasıdır.
Dışişleri Bakanımız M. Çavuşoğlu’nun ABD Dışişlerine Bakanına yaptığı ‘rahatsız olduğumuz durumlar ortadan kalkmazsa ilişkileri kaybederiz’ ikazı çok yerindedir.
Müttefiklik, ortak çıkarlar temelinde hareket etmekle birlikte, ortak bir hassasiyeti ve duyarlılığı rehber edinmekle mümkündür.
Müttefikler sıkıntı çıktığında ve sıkıştıklarında birbirleriyle diplomatik temas kurmazlar.
Dostane ilişki karşılıklı güven temelinde kurulur ve ortak bir stratejiyle meseleleri ele alır. Bu yüzden Çavuşoğlu’nun ‘Telefon görüşmesi yetmez, oturup başkanların bir araya gelmesi lazım, bizlerin daha sık bir araya gelmemiz lazım’ sözleri bir İLİŞKİ’yi değil ciddi bir İŞBİRLİĞİ’ni öne çıkarıyor.
Türkiye ile ABD hasbelkader diplomatik ilişki içinde olup, birbirini idare edecek iki ülke değil, çok boyutlu işbirliği içinde olması gereken iki ülkedir.
Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya gelmek gibi derdi olmadığı çok açık. Türkiye samimi bir şekilde hassasiyetlerini ortaya koyuyor, her türlü dostane uyarıyı yapıyor, mecbur kaldığında da kendi bekası için gereken adımları atıyor. Hiç kimse Türkiye’nin ahlaki duruşuna, prensiplerine veya uluslararası hukuka ters bir hareket içine girdiğini söyleyemez.
Kimi ezik tiplerin ‘süper güçleri karşınıza almayın, etiniz ne budunuz ne’ türü uyarıları ise son derece anlamsızdır.
ABD süper güçtür ama Kudüs konusunda kendi desteklediği (kontrol ettiği) ülkeler bile Türkiye’nin tezi istikametinde tavır takınmıştır. Hatta ‘bu iş bitti, artık telefonun öbür ucunda kimseyi bulamazsınız’ diyenler bir kez daha yanılmıştır.
Türkiye haklıdır ve haklı pozisyonunun gereğini diplomasi ve hukuk içinde yerine getirmektedir. Sözün özü, kimseyi karşımıza almak istemeyiz ama karşımıza çıkacaklardan dolayı da yolumuzu değiştirmeyiz.