Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’da.Obama ile veya değil, başka bir amaçla orada olsa bile birçok ABD’li yetkili ile, düşünce kuruluşları ile, işadamları ile görüşüyor, görüşecek. Amerika ile Amerika’da görüşecek.
Türkiye’den birçok serzenişte bulundu Cumhurbaşkanı ABD’ye.
“Bu nasıl müttefiklik, dostluk, stratejik ortaklık” gibi dozu sert serzenişler de oldu bunlar.
ABD’nin Ortadoğu politikalarından pek hoşnut olduğumuz söylenemez. Hoşnutsuzluğumuzda çok haklı olduğumuza da inanıyoruz. Zaman zaman ABD’yi, tabii formatının çok dışında roller içinde de görüyoruz. Mesela Suriye konusunda Türkiye’nin güvenliğini de sorumluluk alanında gören NATO’daki beraberliğe rağmen Rusya’ya ve Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden PKK uzantısı bir örgüte daha yakın buluyoruz.
Zaman zaman bu sütunlarda “ABD ile her şeyi yeniden masaya yatırma zamanı” gibi yazılar da yazdım. Çünkü iş, bizim gibi uzaktan serzeniş yüklü söylemlerde bulunmak ya da Amerika gibi Türkiye’yi rahatsız etse de bildiğini okumak tarzında sürdürülecek bir iş değil.
Bir yandan biz “Ortadoğu’da yeni haritalar çizilmek isteniyor, yeni Sykes - Picot’lar hazırlanıyor” diyoruz, “Üst akıl” göndermeleri yaparak zımnen ABD’ye sorumluluk yüklüyoruz, bir yandan da bizim ittifak içinde bulunduğumuz dünya güçlerine karşı derin bir kuşku duyuyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’da. 5 gün orada olacak. Nükleer Güvenlik Zirvesine katılacak ama herkes bu gezinin ABD ile ilişkiler açısından önem arz ettiğini biliyor.
Cumhurbaşkanı orada ne diyecek?
Düşünce kuruluşu temsilcileri ile dün yaptığı görüşmede ne diyeceğinin ipuçlarını vermiştir diyebiliriz.
İşte şunları söylemiş; cümle cümle çok seçilmiş ifadeler bunlar:
“- Türkiye açısından geçmişte olduğu gibi bugün de ABD ile ilişkilerimiz vazgeçilmez niteliktedir.
- İşbirliğimizi ortak değerler ve karşılıklı menfaatler temelinde geliştirmek için her türlü çabayı gösteriyoruz. Bunu yapmaya da devam edeceğiz.
- Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların çözümünde Türkiye-ABD ittifakının bir alternatifi olmadığı ortadadır.
- Burada esas mesele bu işbirliğinin gerek stratejik gerek taktik düzlemde gerçek anlamda verimli kılınabilmesidir.
“Yönetilemeyen siyasi alanlarla dolu bir coğrafyada Türkiye olarak gelişmeleri bölgesel ve küresel barışa hizmet edecek şekilde yönlendirmeye çabalıyoruz.
- Bu çabamızda zaman zaman yalnız kaldığımızı hissetsek de ABD’nin bizi anladığını ve yanımızda olduğunu düşünmek istiyoruz.”
Bu ifadelerde “yalnız bırakılma” serzenişi var, ama “ABD’nin bizi anlaması ve yanımızda olduğunu düşündürmesi” gibi olabildiğince nazik bir talep de var. Dostluk, müttefiklik, stratejik ortaklık sorgulaması bu nazik sitemlerin ve taleplerin içine girmiş durumda.
Tabii bu son cümlelere gelirken, “ABD ile ilişkilerin geçmişte olduğu gibi bugün de vazgeçilmez olduğu”, “sorunların çözümünde Türkiye-ABD ittifakının alternatifinin bulunmadığı”, “işbirliğinin ortak değerler ve menfaatler temelinde geliştirmek için her türlü çabanın gösterildiği ve gösterileceği” ve “Ortadoğu’da Türkiye’nin misyonu” gibi hususların altı özenle çiziliyor.
Ben, Ak Parti hareketi doğarken, 2001’lerde, Erdoğan ve Gül’ün, muhtemelen Refah çizgisinden farklı olarak ABD ve AB’de yaptığı temaslarda tam da şu ifade edilen formatı dillendirdiklerini düşündüm hep. 15 yıl geçti ve bu dönemde Ortadoğu gibi sancılı, yeniden şekillenmesi kaçınılmaz olan bir coğrafyada pek çok olay yaşandı. Türkiye ve her iki dünya farklı duruşlar sergiledi. Karşılıklı kuşkular oluştu. Bu kuşkuların Türkiye tarafından “Biz müttefik miyiz?” sorusunu sorduracak boyutlara ulaştığı açık. ABD’de de bazı rezervler oluştuğunun işaretleri var.
O zaman Türkiye - ABD, belki Türkiye - Batı ilişkilerinde “formatı güncellemek” lazım. Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini “Hadi gelin dostça konuşalım” gibi okudum. Bence iyi.