Eski ABD Büyükelçisi James Jeffrey “ABD ve Batı Erdoğan’ı sevmiyor, çünkü Erdoğan çelişkilerimizi yüze vuruyor” diyor. Hatta “Mesele sadece Erdoğan mı?” diye sorulduğunda “Washington’da genel olarak Türklerden hoşlanmama durumu da var” diyor. Sebep olarak da “Türk ordusu çok zor, selam çakıp IŞİD’le savaşmaya gitmiyorlar, aylar süren müzakereler oluyor” diye ilave ediyor. Jeffrey çok açık sözlü, üstelik “Mısırlılar, Suudlular” diye isim de vererek Washington nezdinde kabul görebilmenin şartını “Bize yaltaklanıyorlar” şeklinde açıklıyor.
Bakar mısınız?
N’olacak şimdi?
Tayyip Erdoğan’dan ve onun “Başkomutan”ı olduğu Türk Askerinden “Amerika’ya yaltaklanma” beklenmeyeceğine göre nasıl düzelecek Türk - Amerikan ilişkileri?
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden geliyor. Nihayet, diyelim, ayakları suya erdi. Bu işin ABD Genelkurmay Başkanı ile hatta Dışişleri Bakanı Kerry ile olmayacağını gördüler. Çünkü iş, sadece Fethullah Gülen’in iadesi işi değil. O tüy dikti denebilir, Türk - Amerikan ilişkilerine. Bir darbe girişimi var Erdoğan’a karşı, Türkiye bunu “İşgal hareketi” olarak okuyor, yani doğrudan varlığına yönelik bir saldırı, bütün itiraflar “Bu cinayetin arkasında FETÖ var”a ulaşıyor. Ve FETÖ lideri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaç zamandır adını koymadan “Üst akıl” diye işaretlediği Amerika’nın korumasında! “Ver, ver, ver” diye sesleniliyor, Amerika’nın tavrı ayak sürüme modunda.
Ama iş sadece bununla sınırlı değil. Amerika ile de bununla sınırlı değil, Avrupa ile de...
Bunlar “Erdoğan’ı sevmiyor” olabilirler, bu sevgisizliği “Erdoğan’ın dili”ne bağlıyor olabilirler. Ama bu dilin nasıl oluştuğunu görmezden geldikleri açık.
Bir kere Türkiye’den ve hele Erdoğan’dan bütün Ortadoğu liderlerinden bekledikleri gibi “Yaltaklanma” bekliyorlarsa, bu, en absürd, en uçuk, en gerçeklik dışı beklenti. Bu beklenti üzerine bir diplomasi kurarsanız, bunun er geç Türkiye ve Erdoğan gerçekliğine çarpıp geri dönmesi kaçınılmaz.
ABD ve Avrupa’nın tavırlarında bir kere “yargılayıcı” pozisyon var. Türkiye, “Batıcı liderler” döneminde bile bu tavrı yadırgadı, sevmedi. Erdoğan çizgisi ise öteden beri Batı ile ilişkide daha kişilikli bir politikayı savunarak geliyor. Yola çıkarken, evet, “Refah Partisi” gibi kategorik “Batı karşıtı” bir dille çıkılmadı, AB ile ilişki “stratejik hedef” olarak nitelendi, Amerika ile uzlaşıcı bir dil benimsendi, ama bu, mesela Kıbrıs’ı AB iradesine teslim etme, Suriye’de ABD’nin “PYD kumpası”na boyun eğme sonucu doğurmayacaktı.
Mısır’da darbeyi destekleyen bir ABD. Filistin’de seçimle iş başına gelen HAMAS’ı terör örgütü ilan eden bir ABD. Suriye’nin bataklığa dönmesine göz yuman bir ABD. Mülteciler konusunda ayak sürüyen bir AB.
Ve bölgede Türkiye’nin Amerika’nın işgüderi olmasını bekleyen bir ABD.
Bu Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si olamaz, Türkiye’nin Türkiye’si de olamaz.
Fethullah Gülen mi “Böyle bir Türkiye sunarız size” sözü verdi acaba Washington’a?
“Amerika ve Batı Erdoğan’ı sevmiyor!”muş.
Ne olacak o zaman?
Türkiye’yi mi gözden çıkaracaklar, yoksa “Türkiye’nin gözden çıkarmadığı Tayyip Erdoğan”ı mı?
Seçimle olmuyordu Erdoğan’ı saf dışı bırakmak... 15 yılda bir siyasi liderin kazanabileceği bütün başarıları kazanmış Erdoğan. Bütün seçimlerde millet oyu ile yukarılara tırmanmış. Demokrasinin kriteri bu. Amerika sevmiyor, millet seviyor, ne olacak o zaman?
Darbe!
Alın işte millet darbeyi de başınıza çaldı.
Ne acaip! Darbenin kurgulayıcısı Amerika’nın avucunun içinde. Bu, Amerika’yı çok kötü yakalıyor. Kimsenin Amerika’nın “Ben bu işin içinde yokum” sözüne inanmaması da bir başka gerçeklik. Fethullah Gülen, darbe kotaracak ve bunu, 17 yıldır topraklarında barındığı Amerika’ya rağmen yapacak. Bu, Gülen’in Amerika’yı bile “Türkiye ile ilişkileri dinamitleyerek” tongaya düşürdüğü anlamına gelmez mi?
Her ne ise... Amerika’da jetonlar düşmek zorunda. Biden, ancak hataları tashih etmek için geliyorsa pozitif bir ziyaret yapmış olacaktır. Bunun da adı Erdoğan’ı ve onun arkasında duran Türkiye’yi içlerine sindirmektir.