2 Şubat 2013’te Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne ‘canlı bomba’ saldırısı oldu. Teröristin DHKP/C’li Ecevit Şanlı olduğu, yaşadığı Almanya’dan Yunanistan’a, oradan da Türkiye’ye geçtiği haberleri medyada yer aldı. (Örgütün Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, Yunanistan ayakları Türkiye için sır değildi. Liderleri Dursun Karataş, cezaevinden kaçtıktan sonra Fransa’da yakalanmış ve serbest bırakılmış, ancak 2008’de öldüğünde Hollanda’da kanser tedavisi gördüğü ortaya çıkmıştı.)
Olaydan üç gün sonra, önceden planlanmış bir medya buluşması için gazetelerin Ankara temsilcileri olarak dönemin Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin konuğuyduk.
O görüşmenin notları 6 Şubat tarihli gazetelerde yer aldı.
Açık konuşmuştu Ricciardone: “DHKP-C bu saldırıyla Amerikan sistemine karşı suç işledi. Bizim hukukumuzda bu durumda dava açma hakkı doğuyor. Dava açmak için güçlü kanıtlarla, güçlü bir argüman geliştirmek gerekiyor. Mahkemelerimiz, savcılarımız ve polisimiz bunun için birlikte çalışmalı. Bu örgüt ABD terörist listesinde. Avrupa’da ki özgürlüklerden yararlanarak ayakta kalmaya çalışıyor. Şimdi Türkiye’nin yanı sıra diğer ülkelerle birlikte çalışacağız. Öyle kanıtlar toplamalıyız ki herhangi bir ileri demokrasi ülkesinde de bunlar kabul görmeli. DHPK-C’nin şiddete başvurduğu ve bununla da övündüğü ortada.”
Büyükelçi’nin dediği gibi, ABD’li hukukçu ve güvenlik uzmanları Türk muhataplarıyla birlikte çalıştılar. Adalet ve Dışişleri bakanlıkları ‘bürokrasisi’ne takılmasın diye doğrudan polis ve savcılarla muhatap oldular.
O günlerde ABD heyetinin, dönemin Ankara Başsavcıvekilleri Nuri Yiğit, Şadan Sakınan ve soruşturmayı yürüten savcı Mustafa Bilgili ile görüştüğü haberleri basında yer aldı. (Sakınan ve Bilgili’nin paralel yapının sorumlu tutulduğu 2010 KPSS skandalının 5 yıldır sonuçlandırılamamasında etkili olduğu iddialarını hatırlatalım.)
Aradan 2 yıl geçti...
Adalet Bakanlığı, “Biz Amerikalıları savcılarla muhatap ettik” diyor.
İçişleri Bakanlığı da, “O dönem elde edilen veriler Amerikalılarla paylaşıldı” demekle yetiniyor.
‘O dönem’ ifadesi, yukarıdaki parantezi işaret ediyor yine: ‘Paralel yapılanma’nın hakim olduğu dönemi...
- Hangi verilere ulaşıldı, hangi veriler ABD ile paylaşıldı?
- ABD bu verileri nasıl değerlendirdi?
- Büyükelçi’nin söz ettiği ‘dava açmak için güçlü kanıtlar’ mıydı bunlar?
- Öyleyse ABD’de DHKP/C’ye karşı dava açıldı mı?
- Örgütü ‘terör listesi’ne alan ABD, bu kanıtları Avrupa ülkeleriyle paylaştı ve ‘Bizi de hedef alan bu örgüte karşı önlem almaya’ çağırdı mı?
Bu soruları ABD Ankara Büyükelçiliği Sözcüsü Joe Wierichs’e sordum.
Cevabını aynen aktarıyorum:
“Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı hedef alan saldırıyı kınıyoruz ve ailesine en içten başsağlığı dileklerimizi sunuyoruz. Teröre yönelik mücadelesinde Türkiye’yi destekliyoruz ve terörist tehditlerle mücadeleye ilişkin sahip olduğumuz ortak hedef çerçevesinde, Türk hükümetiyle yakın şekilde çalışmaya devam edeceğiz. DHKP-C, ABD Dışişleri Bakanı tarafından 1997 yılında ‘Yabancı Terör Örgütü’ olarak adlandırılmış bir örgüttür. Söz konusu örgüt, 1 Şubat 2013 tarihinde ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne yönelik olarak gerçekleştirilen, bir yerel güvenlik görevlisinin yaşamını yitirdiği ve başkalarının da yaralandığı intihar saldırısının, aynı zamanda Türk devlet yetkililerini ve binalarını hedef alan diğer saldırıların sorumlusudur.”
ABD, bombalı saldırıyı DHKP/C’nin yaptırdığını, örgütün birçok diğer saldırıdan da sorumlu olduğunu net olarak söylüyor.
Ancak hala, örgüte karşı ne yapıldığı, müttefikler nezdinde girişimde bulunulup bulunulmadığını bilmiyoruz!
Oysa bu ‘müttefikliğin’ve teröre karşı uluslararası mücadelenin gereği.
Ricciardone “(Bu örgüt) Avrupa’daki özgürlüklerden yararlanarak ayakta kalmaya çalışıyor” demişti...
Örgüt hala bu ülkelerde ‘özgürlüklerden yararlanıyor’ ve hala Türkiye’ye terörist gönderebiliyor!
Nasıl yorumlamalıyız?