Dünya liderleri ve politika yapıcıları, bu hafta sonu Almanya'da düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı için bir araya gelirken, ABD Başkanı Donald Trump'ın Putin ile Ukrayna savaşı konusunda müzakere etme önerisi zirveye damgasını vurdu. Bunun yanı sıra, Riyad'da Ukrayna ve AB liderlerinin katılmadığı bir zirvenin gerçekleşmesi, Trump'ın süreci Avrupa ve Ukrayna olmadan yönetmeye çalıştığının bir göstergesi.
Trump'ın NATO'dan çekilme tehdidinde bulunması, Avrupalı müttefikleri küçümsemesi ve Putin dahil olmak üzere ABD'nin rakiplerine övgüler dizmesi, Avrupa liderlerini kritik bir soruyla yüzleştiriyor: ABD, Avrupa güvenliğinin garantörü rolünü terk mi ediyor?
ABD'nin Tarihsel Rolü ve Avrupa'nın Bağımlılığı
II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa, güvenliğinin temel garantörü olarak ABD'ye bel bağladı. NATO'nun öncülüğünü yapan ABD, Soğuk Savaş döneminde Avrupa'yı Sovyet tehdidine karşı korurken, askeri, ekonomik ve diplomatik olarak kıtanın en büyük destekçisi oldu. Ancak bu bağımlılık, Avrupa'nın savunma harcamalarını kısmasına ve ABD'nin güvenlik şemsiyesini bir hak olarak görmesine neden oldu.1990'ların başındaki Bosna Soykırımı'nı durdurmada başarısız oldu ve bölgenin insani yardım sağlayıcısı olmasına rağmen Suriye krizini çözme konusunda siyasi bir rol üstlenmeyi başaramadı.
Bu durum, 2014 yılında Rusya'nın Kırım'ı ilhakına Avrupa'nın zayıf bir yaptırım politikasıyla yanıt vermesiyle daha da belirginleşti. ABD'nin desteği olmadan Avrupa, küresel güvenlik meselelerinde belirleyici bir rol oynayamadı.
Trump ve Avrupa: Birlik mi Ayrılık mı?
Avrupalı liderler geleneksel olarak Demokrat başkanlarla Cumhuriyetçilere kıyasla daha fazla ortak noktaya sahipti ve transatlantik ilişkiler, Trump göreve gelmeden önce de gerilim yaşıyordu. Örneğin, ABD Başkanı George W. Bush'un Irak savaşına ilişkin politikaları, Avrupa ile ABD arasında derin bir ayrılığa yol açmıştı.
Trump, göreve geldiğinden bu yana Avrupa'yı bir "müttefik" olarak değil, ülkesine yük olan bir bölge olarak gördü. 2015 İran Nükleer Anlaşması'ndan ABD'yi çekmesi ve Avrupa'nın uymaya devam etmesi halinde Avrupalı şirketleri yaptırımlarla tehdit etmesi, transatlantik ilişkilerde derin bir yarılma yaratmıştı.
Trump'ın NATO'dan çekilme tehdidi ve Avrupa'nın düşük savunma harcamalarını eleştirmesi, AB'yi savunma politikalarını yeniden düzenlemeye zorladı. Ancak, 2022 itibariyle Avrupa ülkelerinin toplam savunma harcaması 350 milyar dolara ulaşsa da bu rakam NATO'nun öngördüğü %2 GSYH harcama hedefine tam olarak ulaşamıyor.
ABD Avrupa'yı Oyunun Dışına mı Atıyor?
ABD'nin Rusya ve Çin gibi küresel rakipleriyle mücadelesinde Avrupa'yı artık bir stratejik ortak olarak görmediği yönünde güçlü sinyaller geliyor. Bu bağlamda, Ukrayna meselesinde Avrupa'nın rolü giderek azalıyor. Paris'te düzenlenen güvenlik zirvesi bunun en açık göstergesi oldu. Dahası, zirveye AB üyesi ülkelerin tamamı davet edilmezken, AB'den ayrılan İngiltere'nin katılması Avrupa'da yeni bir güç dengesinin oluştuğuna işaret ediyor. Bu tablo, AB'nin özellikle doğu kanadının süreç dışı bırakıldığı ve Avrupa'nın 2000 öncesi sınırlarına çekilmeye zorlandığı yönünde endişeleri artırıyor.
Son dönemde ABD'nin Ukrayna savaşına verdiği destek konusunda daha pragmatik bir tavır aldığı görülüyor. ABD Başkan Yardımcısı Vance'in Münih Güvenlik Konferansı'ndaki açıklamaları, bu değişimin en somut göstergesiydi. Vance, Ukrayna'ya silah desteğinin ancak belirli maden kaynakları karşılığında devam edebileceğini belirterek, ABD'nin sadece kendi çıkarlarını gözettiğini vurguladı. Bu açıklamalar, ABD'nin Avrupa'yı küresel stratejisinde ikinci plana ittiğine dair bir tehdit unsuru olarak göze çarpıyor.
Ukrayna: NATO Üyeliği Umuduyla Kaybedilen Ülke
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, NATO üyeliği umuduyla Batı'nın desteğine güvenerek Rusya karşısında üç yıl süren bir savaş yürüttü. Ancak savaşın geldiği noktada, Ukrayna'nın yalnızlaştığı, ordusunun büyük ölçüde dağıldığı ve ülkenin devasa bir borç yüküyle karşı karşıya kaldığı görülüyor.
Avrupa, savaş sürecinde Ukrayna'yı desteklese de, güvenlik stratejisi açısından ABD'ye tam bağımlı kalması nedeniyle stratejik bir aktör olma gücünü kaybetti. Bugün gelinen noktada, Rusya ve ABD arasındaki müzakerelerde Avrupa tamamen dışlanmış durumda.
AB içindeki bölünmeler ve karar alma süreçlerindeki yavaşlık, birliğin jeopolitik meselelerde zayıf bir aktör haline gelmesine neden oldu. Avrupa'nın savunma gücü yetersiz, NATO'nun ABD'siz bir askeri kapasite oluşturma potansiyeli ise sınırlı. Bu durum, önümüzdeki yıllarda Avrupa'nın güvenliği ve stratejik bağımsızlığı konusunda yeni kırılmalara yol açabilir.
Avrupa Bağımsız Bir Güvenlik Mimarisine Yönelmeli mi?
Avrupa, uzun yıllar boyunca ABD'nin güvenlik şemsiyesine güvenerek küresel güvenlik meselelerinde pasif bir rol oynadı. Ancak, ABD'nin transatlantik ilişkilerdeki çizgisini değiştirmesi, Avrupa'nın kendi güvenlik mimarisini oluşturmasını zorunlu hale getiriyor.
Eğer Avrupa, jeopolitik arenada bağımsız bir aktör olarak hareket etmek istiyorsa, hem maliyetli hem de siyasi açıdan büyük bir meydan okumayı göğüslemek zorunda. Aksi takdirde, ABD ve Rusya'nın şekillendirdiği yeni düzende izleyici konumunda kalmaya devam edecektir.