AB üyesi 28 devlet ve hükümet başkanının oluşturduğu AB Konseyi, iki günlük ‘zirve’yi bugün tamamlıyor.
Önemli gündem konularından biri de, Türkiye ile son 3 yıldır gerilen ilişkiler.
Esasen, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik ‘siyasi hasımlıklarını’ gizlemeyen bazı AB yöneticilerinin ve özellikle Almanya’nın ‘gerdiği’ ilişkiler.
Alman medyasına göre, Almanya’nın bu tutumu zayıflayarak da olsa devam ediyor.
Zayıflıyor, zira Almanya’nın AB kurumlarından istediği ‘yaptırımlar’ çıkmadı.
Almanya resmi yayın organı Deutsche Welle’ye göre, Başbakan Angela Merkel, zirvede “Türkiye'ye yönelik mali yardımlarda daha fazla kesintiye gidilmesini” tartışmaya açacak.
Bunun anlamı açık:
Almanya hariç AB üyesi ülkelerin tamamı ekonomik sıkıntıda ve Almanya’ya muhtaç. Merkel de bu zafiyeti kullanmak istiyor.
Daha önce yazmıştım;
AB, müzakere başlıklarının 6’sını Kıbrıs Rum Yönetimi’nin engellemesi nedeniyle açmıyor; açılmayı bekleyen 3 başlığı da, ‘sıra engelli başlıklara gelmesin’ diye tutuyor.
Böylece, müzakerelere bağlı olarak vermesi gereken mali yardımları da ‘aslında’ zaten ödemiyor!
AB, 2014-20 arasında ‘katılım öncesi mali yardım’ kapsamında 4 milyar 450 milyon euro taahhüt etmişti. Plana göre yılda 600 milyon euro civarında bir ödeme yapılması gerekiyordu. 2016 sonu rakamlarını AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn açıkladı: 167 milyon 300 bin euro…
Yani taahhüt edilenin yüzde 10’unu bile değil.
AB, zaten vermediği bir paradan kesinti yapacak!
Kontrolsüz göçün önlenmesi ve Türkiye’deki göçmenler için söz verilen 3+3 milyar euro yardımın da ‘zekatı’ bile ödenmedi.
Zirveden, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin durdurulması kararı çıkmayacak.
Alman politikacılar bunu seçimde çok kullandı, ancak zirveye taşıyamadı. Zira müzakerelerin durdurulması için 28 ülke liderinin ‘oybirliği’ gerekiyor.
Merkel, bunu başaramayacağı için denemeyecek.
***
Bu ‘oybirliği’ noktası kritik.
Ve Türkiye’nin yeni AB politikasının önemli bir parçasını oluşturuyor:
“AB ile kurumsal ilişkiler sürdürülürken, AB üyesi ülkelerle ‘ikili ilişkilerin’ geliştirilmesi.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilk ‘devlet’ ziyaretini Polonya’ya yaptı. Öncesinde AB’nin vize serbestisi sağladığı Ukrayna ve aday ülke Sırbistan’ı ziyaret etti. (Her iki ziyaretteki karşılamalar dikkat çekiciydi. Sırbistan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ‘bütün kabine’ ile, Polonya Cumhurbaşkanı Osmanlı bestekarı Dede Efendi ile karşıladı.)
AB Bakanı Ömer Çelik de hemen öncesinde Türkiye ile ilişkileri her zaman iyi olan İspanya’yı ziyaret etti, dün de AB üyesi Estonya’da cumhurbaşkanlığı düzeyinde ziyaretlerde bulundu.
Bunlar yeni politikanın ilk adımları.
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı iki ülkenin medyası bu mesajı aldı.
Sırbistan ve Polonya ziyaretinin ardından Alman ve Kıbrıs Rum medyası, Türkiye’nin ‘ticari’ gündemle AB üyesi ülkelerle ilişkileri güçlendirdiğine ilişkin yorum ve röportajlar yayınladı.
Türkiye’nin ‘ikili’ ilişkileri, Türkiye karşıtı çevrelerin güç yetirebildiği kurumların politikalarını etkisizleştirebilecek potansiyel taşıyor.
Bunu sadece ‘ülkeler’ veya ‘Avrupa ülkeleri’ olarak düşünmemek gerekir.
2010’da Brezilya ile İran’a nükleer anlaşmayı imzalatmak da böyle bir şeydi.
Son birkaç yıldır Rusya, Çin, Suudi Arabistan, Katar ve İran’la yürüyen ‘ikili’ süreçlerin çok taraflı süreçlere etkisi de böyle bir şey.
Bu politikanın alt başlığında ‘toplumlar’ da var.
Türkiye karşıtı politikacıların belirlediği ülke politikalarını ‘toplumlar’ üzerinden dengelemek.
Bunu da en iyi “Türkiye’deki yüzde 48,5’in bizden beklentileri var” deme cüreti gösteren ülkelerin fark etmesi doğal.