Yarım asırlık bir konu üzerinde şu günlerde de bir tartışma başladı. ‘Acaba üyesi olur muyuz yoksa başka bir yol mu izleriz’ konusu ön sıralara çıktı. Bu konuyla ilgili çok eski görüşlerden söz etmek istiyorum. 1960’larda da bu sorun çok tartışılıyordu. Hocam rahmetli Prof. Haydar Furgaç ile bu konuyu konuştuk. Ben “Türkiye AB’ye girmez, çünkü bu iş sadece ekonomik ve sosyal bir olay değildir, dünya üzerindeki stratejik hesaplara da bakmalı ve ona göre Türkiye’ye bir politika belirlemeliyiz” dedim. O “Türkiye AB üyesi olur ve giderek onun yönetiminde öne çıkar, bu stratejik hesaplarımızın AB lehine olmasının sebebidir” dedi.
Hocam son Osmanlı sadrazamının oğluydu. Bu nedenle birçok soru cevapsız kalıyordu. Mesela son Osmanlı Sadrazamı Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye’de yaşamış ve 1936’da vefat etmişti. Onun İstiklal Savaşı’na silah desteği yaptığı da söylenirdi. Eğer yeni yönetimle karşı safta olsalar ne o Türkiye’de yaşar ne de yeni yönetim ona izin verirdi. O zaman Osmanlı ile Cumhuriyetin kavgalı olmadığını ve yeni ideolojinin varlığımızı korumak için gerekli olduğunu düşündüm. Osmanlı’nın padişahtan sonraki en büyük yöneticisi yeni devlete razıydı ve onun korunmasını istiyordu.
***
AB Türkiye’nin siyasi ağırlığının, belki de kuracağı dostluklarla büyük olacağını düşünerek Türkiye’yi küçültmek istedi. Bu amaçla Kürtleri tahrik etti ve onların Irak’ın denetiminde bağımsız olmalarını savundu, Böylece Avrupa tarafından kurulan Baas rejimiyle daha iyi ilişkiler kuracak ve Kürtleri onların vesayeti altına aldırırken Türkiye’de küçük bir devlet olacak ve AB’de etkin rol oynayamayacaktı. Irak’ı kontrol altına almak bir yandan zengin petrol yataklarını, diğer taraftan aynı imkanlara sahip Arap ülkelerini daha kolay kontrol altına almak demekti.
ABD ise Avrupa’nın bağımsız bir güç olmasını istemiyor ve bu amaçla petrolü kendi nüfuz alanına almak istiyordu. Bu amaçla Irak’ı işgal etti: Herkes bu işgalde farklı sebepler aradı ama asıl amaç Avrupa’nın en önemli ihtiyacını kontrol etmekti. Rusya da Avrupa’nın bağımsız bir güç olmasını istemiyordu o da doğalgaz üzerine egemenlik kurmuştu. Şimdi bir soruya cevap bulamadım. Acaba dünyanın ikinci büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan İran ne olacaktı? Herkes o bölgedeki gelişmeleri, mezhep ve ırk ayrılıkları ile açıklasa bile benim kanaatim bunun kamuoyunda kendi çıkarlarını gizlemek için olduğu şeklindedir.
Türkiye’de yaşanan sol hareket hiçbir sol düşünceyi içermiyordu. Amaç stratejikti ve Türkiye’nin Avrupa’nın kontrolüne girmesini sağlamaktı. O zaman Türkiye’deki sol hareketin Avrupa menşeli olduğunu söyledim ve SSCB’yi sorumlu tutmadığım için yanlış yola sevk ettiğim düşünüldü.
Türkiye’deki siyasi analizler hep ideoloji temelli olduğu için stratejik hesap yapılmıyordu. Bu durum dünyayı yanlış anlamaya sevk ediyor ve ilişkilerimizi stratejik hesaplara dayanmadan kuruyorduk. Oysa, iki güç dünya üzerindeki etkilerini büyütmek amacıyla bulunduğu bölgede etkin olan İslam dininin öncülüğünü yapabileceği için Türkiye’yi yakın dostları yapmak istiyordu.
Hesabımız büyüktür. Bunu yapmak için duygusal ve ideolojik hareket etmemeliyiz. Aklımızı kullanmalıyız.