Hükümet programı meclisten onay aldıktan sonra Sayın Başbakan’ın Meclise hitaben yaptığı teşekkür konuşması umut ve güven vericiydi. %49.5 oy aldık ama biz artık %50.5 oya sahip toplumsal kesimin de hükümetiyiz dedi Başbakan Davutoğlu. ‘Bu meclise sunacağımız her yasa tasarısını hazırlarken, biz muhalefette olsak ne düşünürdük diye empati yapacağız ama muhalefetin de aynı empatiyi yapmasını beklemek hakkımızdır’ dedi.
Sayın Başbakan AB zirvesine katıldıktan sonra Türkiye’ye dönmüştü, meclise zirveyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. AB’nin mülteci politikalarının ve DAİŞ terörünün Avrupa kamuoyunda tartışmaya açıldığı ve Şengen vizesine sınırlamaların söz konusu olduğu bir zamanda, Türkiye yüzünü uzun bir aradan sonra Avrupa’ya dönüyor.
AB, Türkiye arasında tecrübe edilmeyen hemen hiçbir şey kalmadı gibi. Her şey tecrübe edildi ve şimdi bu tecrübeler üzerinden daha sağlam bir birliğe doğru yol alınıyor.
AB-Türkiye ilişkilerinin, Taksim-Gezi eylemleri, Kürt sorunu nedeniyle kopacağını düşünenler yanıldılar.
Ne Avrupa 90’lı yılların Avrupa’sı, ne Türkiye 90’lı yılların Türkiye’sidir.
***
Türkiye dünyada artık faili meçhul cinayetlerle, işkence ve köy boşaltmalar, köy yakmalarıyla anılan bir ülke değil.
Muhatapları başka telden çalsalar da, Türkiye Kürt sorunun bir demokrasi sorunu olarak kodladı, inkarı bitirdi ve bu siyasetin ne kadar doğru olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.
13 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti’nin kurduğu hükümetler, demokratik hak ve özgürlüklerin muhatabı durumundadır. Oysa 90’lı yıllarda ortada bir muhatap bile yoktu. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının AİHM’de açtığı davalar biriktikçe birikiyor ve başı ağrıyan çareyi AİHM’e başvurmakta buluyordu. Şimdi Anayasa mahkemesine kişisel başvuru hakkı dahil, hak arama ve hak talebinde bulunmanın çok güçlü kurumsal adresleri var.
En zor koşullarda ve askeri vesayetin siyasi ortam üzerinde belirleyici olduğu tarihlerde, 28 Şubat, 27 Nisan gibi post modern darbe girişimlerinin yaşandığı dönemlerde yüzünü Avrasya’ya dönmeyen, döndürülemeyen bir ülkenin; demokratik standartların her geçen gün arttırdığı ve Kürt meselesinde çözüm süreci gibi güçlü bir hamleyi gerçekleştirdiği bir dönemde AB’den kopması zaten mümkün değildi.
AB normları ve kurucu sözleşmeleri, Türkiye’nin örnek aldığı sözleşmeler ve normlar olmayı sürdürüyor. Kürt sorunu bağlamında bile geldiğimiz nokta, AB-Yerel Yönetimler Özerklik Şartına vaktiyle konulan çekincelerin kaldırılmasına işaret ediyor.
Türkiye geçmişteki zayıflıklarından
kurtuldukça, muhatabının ona daha sorumlu ve daha hakkaniyetli yaklaşmasını talep ediyor. Kabul etmek gerekir ki, AB’de Türkiye’ye yönelik olarak yaratılan algı, zaman zaman Türkiye’nin 90’lı yılların Türkiye’si olmadığı gerçeğini gözardı eden bir algıdır. Bu Türkiye’yi rahatsız ediyor ve AB’nin mevcut algısının problemli bir algı olduğunu, bu algının büyük oranda, geçmişin şüphe ve güvensizliklerinden kaynaklandığını düşünmeye sevk ediyordu.
AK Parti’nin iktidara geldiği 2000’li yılların başları, Batı düşmanlığının zirve yaptığı yıllardı. Bu sebepsiz de değildi aslında. Bugün darbe suçundan yargılanmakta olanlar, önceki darbecilerden farklı bir biçimde, Batı dünyasının konjonktürel olarak Türkiye’de olası bir darbeyi desteklemeyeceğinden emin görünüyorlar ve bu yüzden de uluslararası desteği Batı’da değil, Doğu’da yani Avrasya’da arıyorlardı.
Batı düşmanlığını yayan ve kendisini ulusalcı olarak tanımlayan bu ekibin başarıya ulaşması demek, Türkiye’nin yüzünü bir anda Avrasya’ya dönmesi demekti.
Batı düşmanlığı sadece açık hedef haline gelmiş kamuoyunu değil, orduyu da sarıp sarmalamıştı.
Amerika ve AB bu gelişmelerden çok endişe duyuyordu.
Bu yüzden de Amerika ve AB; AK Parti’nin ılımlı yaklaşımlarına ve Avrasya’yı değil AB’ne işaret eden politikalarına dört elle sarıldı. Daha ileriki aşamada ise Hükümetin Ergenekon ve darbe planlarına karşı yürüttüğü mücadeleyi destekledi.
Türkiye demokrasisi bu mücadeleden güçlenerek çıktı.
AB-Türkiye ilişkilerinde taşlar yeniden yerine oturuyor ve ilerleme süreci şimdi daha güçlü bir zemine taşınmış bulunuyor.