Türkiye'nin asırlar boyu Avrupa'nın yarısına hükmetmiş ve halen Avrupa yakasında toprağı bulunan bir ülke olarak bir Avrupa ülkesi olması, inkârı gayr-ı kabil bir gerçektir.
Türkiye bir Avrupa ülkesidir, ama ne tarih boyunca ne de Cumhuriyet döneminde toplum olarak Avrupalı olmuştur. Tek parti döneminde başlatılan dayatmalara rağmen toplumumuz Avrupa'ya mesafelidir.
Avrupa toplumları da Türkiye'ye karşı mesafelidir hatta önyargılıdır.
Bununla birlikte AB'ye tam üyelik Türkiye'nin devlet politikasıdır. AB'nin önyargılı ve çifte standartlı tavırlarına rağmen Türkiye bu hedefinden vazgeçmemiştir.
Ancak geldiğimiz noktada artık gayet net anlaşılmıştır ki, AB Türkiye'yi tam üyeliğe kabul etmeyecektir.
Bunu artık her iki taraf da bilmektedir. Bununla birlikte her iki taraf işler yolundaymış gibi hareket etme ihtiyacı hissetmektedir.
Her ne kadar AB artık Türkiye'yi aday ülke olarak değil, komşu ülke olarak tanımlasa da Türkiye tam üyelik süreci devam ediyormuş gibi davranarak AB'ye baskı uyguluyor, bir bakıma köşeye sıkıştırıyor.
Türkiye müzakere için fasıl açılmasını, Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesini, vize serbestisi vadinin tahakkukunu, terörle ve düzensiz göçle mücadelenin arttırılmasını, ırkçılık ve İslam karşıtlığıyla mücadelenin sürdürülmesini istiyor ve her fırsatta bu konuları muhataplarına hatırlatıyor.
AB tarafı da bunlara itiraz etmemekle birlikte gereğini de yapmıyor. Sadece bölgede artık Türkiyesiz çözüm olmayacağını gördüğü için gözümüzün içine baka baka havuç sopa politikası uyguluyor.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, son zirve toplantısı için hazırladığı raporda bu havuç sopa politikasını "ilerlemeye açık, orantılı ve geri çevrilebilir yaklaşım" olarak tarif etti.
Türkiye ile ilişkiler hem ilerlemeye açıkmış hem de geri çevrilebilirmiş. Tıpkı 1963 Ankara Anlaşması'ndan beri takip ettikleri gibi.
Son toplantıda Türkiye'ye karşı atılan olumlu adımlar da havuç kabilinden bir jest. Dolayısıyla bu yaklaşım, çok istediklerinden değil ama Libya'da, Azerbaycan'da, Suriye'de ve Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin gücünü ve kararlılığını gördükleri için atılan bir adım olarak görülmelidir.
Ayrıca bölgede Türkiyesiz karar alınamayacağını görmeleri nedeniyle bu tavrı takınmaktadırlar.
Türkiye bu gerçeği çok iyi bildiği için AB politikasında değişikliğe gitmiyor, öte yandan kendisini her alanda güçlendirerek AB'yi olumlu adım atmaya zorluyor.
Bugünkü fotoğraf Başkan Erdoğan'ın ekonomide, savunma sanayiinde, dış politikada ve diğer alanlarda yürüttüğü politikanın tüm emperyal güçleri düşündürdüğü gibi AB'yi de düşündürmeye başladığının resmidir.
Macron bile Türkiye'nin Fransa seçimlerine müdahale edebileceği korkusuna kapılıyor veya yayıyorsa, varın gerisini siz düşünün.
AB üyeliği bir hedef olarak orada duracak ama Türkiye AB'ye asla teslim olmayacak.
Başkan Erdoğan'ın kongrede işaret ettiği gibi biz Türkiye olarak "İnsanlığı; Hakk'ın, hakkaniyetin, adaletin, merhametin, sevginin ve huzurun teminatı olacak küresel bir yönetim anlayışıyla buluşturacak medeniyet nöbetini devralmaya hazırlanıyoruz."