Müzakere sürecinin bilançosu hiç parlak değil. 2005’ten günümüze 35 başlıktan 12 tanesi müzakereye açıldı, bunlardan sadece bir tanesi geçici olarak kapandı, 5 tanesinin kapanış kriterleri müzakere edilebilir durumda. Açılış kriterleri tamamlanmış 13 başlık bulunuyor, bunlardan 6 tanesi Güney Kıbrıs, 1 tanesi de Fransa tarafından engellenmiş durumda. Fransa’nın 5, Güney Kıbrıs’ın da 8 tane başlığın açılmasını veto ettikleri de eklenmeli, toplamda 12 başlık açılamıyor. Hiçbir üyenin açılmasına engel koymadığı dört başlık, AB Bakanlar Konseyi’nde görüşülmekte.
Görüşe görüşe bitiremedikleri bu maddeler arasında Adalet, Özgürlük ve Güvenlik ile Yargı ve Temel Haklar müzakere başlıkları bulunuyor. Taşımacılık politikası ile Sosyal Politika ve İstihdam başlıklarının da açılması umuluyor.
Bu tablo, AB üyelerinin engellerini kaldırmadığını, açılabilir başlıklarda nazlanıldığını ve Türkiye’nin de hem uyum çalışmalarında hem de lobi faaliyetlerinde ağırdan aldığını gösteriyor.
Farklı yaklaşımlar
AB’nin genel yaklaşımı, Güney Kıbrıs ve Fransa’nın engellediği başlıkları bir yana bırakarak diğerlerinde ilerleme sağlayacak adımların atılması yönünde. Türkiye ise, üyeliğe giden yolun tam da bu engellenen başlıkların aşılmasıyla mümkün olduğunu savunuyor ve üyelik olmayacak ise diğer başlıklarda AB müktesebatını kabul etmenin anlamı olmadığını ileri sürüyor.
Piyasalar dikkate alındığında, tarım ya da başka sektörler incelendiğinde AB desteği ve üyelik garantisi olmadan müktesebat ve uygulama uyumu yapılması gerçekten zor. Ancak adalet, özgürlükler ve temel haklarda AB müktesebatının kabullenilmesinin kimseye zararı olmaz.
Tarafların karşılıklı öncelikleri, sürecin durmasına yol açmış vaziyette; ancak müzakere süreci de içinde sonsuza kadar kalınacak bir statü değil. Dolayısıyla kriz, bu sürecin neresine nasıl müdahale edileceği konusunda çıkıyor.
AB tarafında üç ayrı yaklaşım olduğu söylenebilir. Birincisi, bu süreci uzatıp Türkiye’yi bıktırmak ve havlu atan tarafın Türkiye olmasını sağlamak. İkinci görüş, müzakere sürecini bu haliyle zorlamak ve açılabilir başlık sayısını artırmak. Üçüncü görüş ise aşamalı üyelik adı verilen yeni bir müzakere süreci başlatmak.
Çıkış yolları
Türkiye, birinci yaklaşımı kategorik olarak reddediyor; ikinci yaklaşımın yaşama geçmesini istiyor; üçüncü yaklaşımı ise tartışmıyor. Bu çerçevede Türkiye, öncelikle Fransa’nın daha doğrusu Sarkozy’nin bloke ettiği başlıklardaki engellerini kaldırmasını talep ediyor.
Bloke edilmiş bazı başlıkların kaldırılmasının Türkiye kamuoyunda son derece olumlu sonuç doğuracağına kuşku yok, ama Fransa kamuoyunun bu durumu aynı heyecanla karşılamayacağı söylenebilir. Fransa’daki yeni iktidarın Türkiye-Fransa ilişkilerini geliştirmeye yatkın olduğu hatta ‘Ermeni sorunu’ gibi konuları ikili ilişkileri bozacak şekilde gündeme getirmeyecekleri söylenebilir. Ancak ikili ilişkileri geliştirme konusunu AB sürecinden ayırarak ele almaya devam ettikleri hatırlatılmalı.
Türkiye’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki etkisinin bir ortaklık konusu olduğu ileri sürülüyor; Doğu Akdeniz’de işbirliğinin önemi vurgulanıyor ama bu niteliklerin AB’ye taşınması değil ikili ilişkilere katkısı ele alınıyor.
Bununla birlikte, Türkiye’nin AB içinde Fransa gibi bir üyeyle yakınlaşmasının AB sürecinde yol almaya katkı sağlayacağı düşünülebilir ve belki de müzakere sürecini canlandırmak için rotanın Paris’e çevrilmesi işe yarayabilir. Tabi bu arada biz de yeni ve ‘iyi’ bir Anayasa yapabilirsek.