Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle önceki gün bir açıklama yaparak Başbakan’ın “yargı bağımsızlığının güvencesi olan kuralları ihlal ettiğini” belirterek Türkiye’nin AB üyeliğini tehlikeye attığını söylemiş! Füle’nin niye bu açıklamayı yaptığını anlamak için Türkiye-AB Karma Komisyonu Eş Başkanı İngiliz Sir Andrew Duff’ın attığı tweete bakmak yeterli. Duff, AB’yi “Türkiye’yi derinden sarsan bu soruşturmayla ilgili” sessiz kalmakla suçluyor.
Gelin Reagan dönemine gidelim hemen. Richard Perle, Dışişleri Bakan Yardımcısıdır. ABD Başkanlarının gizli ve önemli toplantılarını gerçekleştirdiği Camp David’e Perle, Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya Büyükelçilerini davet eder; konu Türkiye’nin AB üyeliğidir ve Perle, Türkiye’nin ne zaman tam üyeliğe geçebileceğini açıkça sorar elçilere. İngiltere’nin hiçbir itirazı yoktur ancak diğer elçiler tam üyeliğin çok zor olduğunu belirtir, demokrasi, insan hakları, uyum yasaları diye başlarlar saymaya. Perle “Türkiye’nin tam üyeliğine ülke yönetimlerinizin neden karşı olduğunu açıkça söylesenize!” der bir süre sonra. Ve Fransız elçi hiç duraksamadan hepsinin dilinin altındaki baklayı çıkarıverir: “Sizin de bildiğiniz gibi AB bir Hıristiyan Kulübüdür sonuçta. Diğer üyeler Müslüman bir ülkenin tam üyeliğini hiçbir zaman kabul etmez!” İngiliz elçi bu görüşe karşı çıkarsa da tek başına kalır. Diğer elçiler ses çıkarmayarak Fransa Büyükelçisinin söylediklerini, bir bakıma, onaylarlar...
Şimdi de yüz küsur yıl öncesine uzanalım bir an için. Efendim, bildiğiniz gibi Düyun-u Umumiye, Osmanlı’nın dış borçlarını yöneten birimin adıdır kısaca. Yönetim kurulunda Fransız, Alman, İngiliz, Avusturya ve İtalya’dan birer üye, Osmanlı’dan da iki üye vardı. Ancak, zamanla Düyun-u Umumiye ülkede olan biten her şeye burnunu sokmaya başladı. Devlete atanacak memurlardan Galatalı bankerlerle ilişkilere, iç borçlanmadaki vadelere değin her şeye karıştı. Ne var ki Abdülhamid Han bunlarla kolayca başa çıkabiliyor, birçok şeye evet demesine rağmen gene de kendi bildiğini okuyordu. Abdülhamid Han, Düyun-u Umumiye’nin dilediğince at koşturmasını engellemek için Osmanlı devlet adamlarından oluşan “Fevkalade bir Müfettiş Heyeti” kurarak bu birimi denetlemeye başladı. Sonuçta 280 milyon olan devlet borçları kısa sürede 117 milyona düşürüldü.
Tekrar başa dönelim. Türkiye gerçekten AB’ye tam üye olmak için yapabileceği hemen her şeyi yapmaya çalıştı; Güney Kıbrıs engeline takıldı. Almanya açık açık Merkel’in ağzından tam üyeliğin bir tür hayal olduğunu bile söyledi. Sarkozy döneminde de Fransa zaten Türkiye karşıtlığını defalarca dile getirmişti. Sorun, Türkiye değil, Türkiye’yi milletten aldığı yetki çerçevesinde yöneten ve salt Türkiye’yi düşünerek ‘aman Batı ne der, filanca kuruluş nasıl düşünür’, kaygılarını elinin tersiyle bir yana iten Tayyip Bey’dir. Bunu yadsımak sadece saflık değil biraz da kötü niyetli olmayı gerektirir!
Kötü yazılmış bir kara mizah öyküsü bu sanki: Türkiye’yi suçlaması için AB’nin Türkiye’ye yönelik yükümlülüklerini yerine getirmesi, vizeyi kaldırması, fasılları ciddi ciddi müzakere etmesi, AB ülkelerinde oturan Türklere çifte vatandaşlık hakkı vermesi vb. gerekmez mi? Dahası Türkiye’deki yetkilileri bırakın AB katındaki elçimizle bile konuşmadan sür-git her konuda Türkiye’yi suçlayan bir kuruluş nasıl ciddiye alınır ki? Türkiye’de bu milletin oyuyla seçilenler sadece ve sadece bu millete hesap verir, başkasına değil; Düyun-u Umumiye özlemiyle yanıp tutuşanlarsa hiçbir zaman ciddiye alınmaz!