AB’ne aday devletler, kendilerinden önce üye olanların hazırladıkları kuralları benimseyerek üye olabilirler. Bu kuralların büyük bir kısmı müktesebatın benimsenmesidir; ancak bir kısmı da AB kurumlarının işleyiş mekanizmaları, karar alma biçimleridir. Bunlarda değişiklik olacaksa, devletler ancak üye olduktan sonra öneride bulunabilirler. Yani üye olana kadar oyun kuralına göre oynanır, genel olarak adaya göre mevzuat icat edilmez. Bu ilke metinlerde yazan ilke.
Türkiye’nin adaylık süreci ise bazı açılardan katiyen bu ilkeye uygun gitmiyor. Diğer bir ifadeyle Türkiye AB’nin kimyasını daha üye olmadan değiştirebiliyor. Zira Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’den bugüne kadar her adımda AB yeni bir teamül, bir kural ve bir karar türü geliştiriyor. Tıpkı, Gümrük Birliği çerçevesinde malların serbest dolaşımında engel olmaması ama o malları götürüp mesela bir fuarda sergileyecek kişilerin vize almak zorunda kalmaları örneğinde olduğu gibi. Tıpkı müzakere başlıklarının kapatılması için gerekli kriterlere Türkiye ile birlikte açılış kriteri de eklenmiş olması gibi. Tıpkı Türkiye’nin üyeliğini öngören mevzuata ‘ucu açık süreç’ ibaresinin eklenmesindeki gibi.
Örnek çok ve üç gün önce AB’nin yeni bir uygulamasına daha tanık olundu.
Başka fasıllar da var
Kıbrıs nedeniyle ve Kıbrıs ile Fransa tarafından veto edilen fasıllar ile açılan fasıllar çıkarılınca, elde esasen müzakere edilebilir üç başlık kalmıştı.
Kamu alımları, Rekabet ile Sosyal politika ve İstihdam başlıkları taşıyan bu fasıllar yerine, Fransa’nın 2007’de veto ettiği 22 numaralı Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu başlıklı faslın açılması söz konusu oldu.
Müzakere edilebilir durumdaki fasılların açılmama nedenleri, büyük ölçüde Türkiye’den kaynaklanıyor. Bunları bırakıp bir başka başlığa yönelmek yine de iyi niyet göstergesi olarak değerlendirilebilir; en azından Fransa’nın eski tutumundan vaz geçtiğini gösteriyor. Ancak müzakere sürecinde makyaj niteliğindeki göstergelerden daha fazlasına ihtiyaç var. Kıbrıs’ın veto ettiği Yargı ve Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasıllarının açılması daha öncelikli değil mi?
AB ülkeleri Türkiye’nin bu başlıklarda AB müktesebatını kabul etmesini istemiyor anlaşılan. Oysa bu başlıklar aday ülke olma kriterlerinin özünü oluşturuyor. Yani şu meşhur Kopenhag Kriterleri’nin siyasi kriterler başlığının garantisi olan fasıllar.
Sonuç?
AB’nin Türkiye yüzünden teamül geliştirdiğini söylemiştik. 22. Başlıkla ilgili gelişmeler de yeni bir örnek durumunda. Bir fasıl açılacağı zaman mutlaka Hükümetler Arası Konferans’ın toplanması, buradan çıkan karara göre AB ülkelerinin Ortak Tutum Belgesi üzerinde anlaşması gerekir. Bu belge aday ülkeye yazılı olarak bildirilir ve mutlaka açılış tarihi de belirtilir. Ama bu sefer böyle olmadı.
Konu, Avrupa Konseyi’nin bir alt organı olan Genel İşler Konseyi’nde ele alındı. AB bakanlarının aldığı karar ise, 22.başlığın açılması yönünde görüş birliği olduğu yönünde. Ancak ne zamanı belli ne de karar alma mekanizmasının dar koridorlarına ne zaman gireceği. Yani üye ülkeler Ortak Tutum Belgesi hazırlanması yönünde ortak tutum almışlar. Buna da şükür. Ancak kabul etmek gerekir ki, 22.başlığın açılıp açılmadığı sorusunu ortada bırakan bir durum söz konusu.
Karar, Almanya’nın tutumunu yerle bir etmemek, Fransa’nın Türkiye ile ilgili olumlu tutumuna işaret etmek, AB’nin Türkiye’nin süreçte tutulmasını istediğini göstermek ama bu arada fazla yol da alınmamasını sağlamak anlamına geliyor. Türkiye bir yandan AB’yi genel işleyiş mekanizmalarına geri dönmeye çağırırken öte yandan da bu siyasi tutuma yol açan koşullarını düzeltmeye uğraşmalı; zira AB mevzuatının daha fazla kaçacak yeri kalmayabilir.