Türkiye’nin yanı başında yaşanan insanlık dramına duyarsız kalması düşünülemez; ama Suriye’de akan kanı durdurmak için şimdikinden daha fazla kanın akıtılmasına razı olması da beklenmemeli. Dolayısıyla Şam rejimine yönelik sert mesajlarına bakıp Başbakan Erdoğan’ı veya AK Parti hükümetini ne olursa olsun Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale peşinde gibi göstermek doğru değil. Hükümeti bu yönde baskı altına almaya çalışmak ise hiç doğru değil.
Türkiye’nin her şeyi göze alıp Suriye’ye müdahale etmeye niyeti yok. Ama Türkiye’yi bu tehlikeli maceraya itmek isteyenler var. Peki, yoğun propaganda faaliyetleriyle ve hatta fiili provokasyonlarla bu amaca ulaşmak üzere gayret gösterenlerin arkasında hangi güçler var? Ayrıca bu güçlerin amacı sadece Suriye rejimini devirmek mi, yoksa esas olarak Türkiye’nin o bataklığa çekilmesi mi?
Bu iki soruya cevap verebilmek için çok fazla enformasyona ihtiyacımız yok aslında. Uluslararası aktörlerin konu hakkında takındıkları tutum ortada. Gazete sayfalarına yansıyan resmi açıklamalar bile birçok şeyi açıkça anlamaya yeter.
Öncelikle, işin başında Şam yönetiminin devrilmesini isteyen kesimlere ümitler dağıtmış olan Amerika hiçbir şekilde Suriye’ye müdahalede bulunmayı istemiyor. Washington yönetiminin Suriye rejiminin değişmesini bile istediğini söylemek zor. Öyle olmasa hiç değilse muhalif grupların silahlandırılması taleplerine karşı çıkmazdı.
Washington sadece İran’ı köşeye sıkıştırmak peşinde. Suriye konusu bunun için bir işe yararsa ancak o zaman bir değeri olabilir. Avrupalı müttefikleri de Washington’un İran’a yönelik politikalarına tam destek veriyorlar ama Suriye konusunda ellerini taşın altına koymaya niyetleri yok. Bir müdahale sonrasında oluşacak “yeni yapı” hakkında kuşkuları olduğu için belki bundan geri durmayı tercih ediyorlar.
Diğer yandan Suriye kazanının kaynamasından şikâyetçi olmayan, hatta bunu bazı amaçlarının gerçekleşmesi için bulunmaz bir fırsat olarak görenler de var. Oradaki sorunun diplomatik girişimlerle çözülmesini değil, daha fazla kan akıtılması seçeneğini destekliyorlar. Türkiye’yi içinden çıkamayacağı bir bataklığa doğru itmek isteyenler de bunlar.
Görüldüğü kadarıyla ABD’de Beyaz Saray dışında bir kesim başta olmak üzere, kısmen İngiltere ve özellikle İsrail gizli veya açık şekilde ve farklı seviyelerde bu operasyona destek vermekteler.
Diğer tarafta yanına Katar’ı da almış bulunan Suudi Arabistan hem bölgedeki baş düşmanı İran’ın kolunu kanadını kırmak için hem de Sünni dünyanın liderliğini pekiştirmek ve egemenliğini yaymak için Şam rejiminin devrilmesi ihalesini gönüllü olarak yüklenmiş gibi görünüyor. Türkiye’ye yönelik baskıların ve propaganda çalışmalarının da arkasında Suudilerin parmağını görmek zor değil. Tespit edilebilecek diğer bir parmak izi de İsrail’in.
Buradaki tuhaflık Suudiler’le İsrail’in amaç birliği ediyor oluşu. Ancak Suriye’de meydana gelebilecek bir rejim değişikliğinin Suudi Arabistan açısından arzulanabilir bir durum olup olmadığını da analiz etmek lazım. Nihai hedefi Suudi Hanedanı’nı ortadan kaldırmak olan el Kaide’nin üssü haline gelebilecek bir Suriye’ye Melik Abdullah ve çevresi hüsnü kabul gösterebilirler mi?
Anlaşıldığı kadarıyla Suudiler de bu analizi yapıyorlar ve kendi içlerinde konuyu tartışıyorlar. Yapılan yayınlardan ve gelen duyumlardan bunu anlıyoruz. Ama buradan asıl anladığımız şey şu: Bazı zamanlarda bazı devletler bazı konularda kendi çıkarlarını tehdit eden bazı politikalar takip etmek durumunda kalabiliyorlar.
Türkiye o bazı ülkelerden biri olmamalı. Hükümetin de, aydınların da, kamuoyunun da gayretleri bunun için olmalı.