Hemen her alanda derin ayrılık ve aykırılıkların yaşandığı dünyamızda insanları eşitleyici nadir kaçınılmaz olaylardandır ‘ölüm’; herkes bir gün onu ‘tadacağı’ ve sıralı da yaşanmadığı için zihinlerin bir yerinde silinmez biçimde öylesine durur ‘ölüm’ gerçeği...
Ne kadar ters, nâlet, zararlı, tehlikeli olursa olsun, kişi ölünce öfkeniz diner, -varsa- davanız düşer... “Ölülerin arkasından hayırla konuşunuz” öğüdü olmasaydı bile insanın içinden ölenin arkasından aleyhine konuşmak gelmez. “Kör ölür badem gözlü olur” diye takılan takılsın, kaybedilenlerin ardından, bir süre sonra, yalnızca birlikte geçirilen güzel günlerin hatırası kalır...
Sevilen insanların kaybı ise yakınları ve tanıyanlar için büyük yıkımdır. Ölüm herkes için kişisel bir kıyamet olduğu gibi öleni iyi tanıyanlar için büyük çapta bir depremdir. Zamansız ölümlerin açtığı rahneler bir yana, hayli ileri yaşta kaybedilen anne-baba gibi sevilenlerin meydana getirdiği boşluk insanoğlunu ne yapacağını bilmez hale getirir.
İyi ki ‘unutan’ bir varlık insan; aksi halde hayatımız boyu kaybettiklerimiz yüzünden aklımız başımızda olmadan dolaşacaktık.
Buraya kadar yazdıklarım her çağda geçerli olması sebebiyle zamanla irtibatsız, her ülke ve inançtan insanı arkasında toplayan evrensel tespitler... Bir de günümüze özgü gerçekleri var ‘ölüm’ olgusunun: Daha yoğun ve daha göz önünde yaşanıyor hayatlar; iletişim kanalları kişisel olarak tanımadığımız bazılarını en candan olduklarımızdan bile daha yakınlaştırıyor... Bazı kayıpların ülkeyi neredeyse ‘ulusal yas’ havasına sokması bundan...
‘Uluslararası yas’ yaşatan ‘ölümler’ de var...
Lady Diana’nın Paris’te trafik kazasında hayatını kaybettiği olayı (1997) hatırlayın: Ölümünü ‘kayıp’ olarak görmeyen İngiltere Kraliyet Ailesi’ni bile hizaya getiren bir ‘yas’a dönüşmüştü. Sadece İngilizler değil, neredeyse bütün dünya yazıklandı Diana’nın kaybına. Hayatını insanların gözü önünde yaşamış Diana bir ‘seküler azize’ haline dönüşecek gibiydi.
‘Post-modern’ dönem her soruna çare buluyor da ‘ölüm’ gerçeği karşısında aczini anlıyor; bu da günümüz insanını ölüm konusunda daha hassas hale getiriyor. Trafik kazası, kanser ve AIDs türü hastalıklar genç-yaşlı ayırmıyor, sevilenleri (ve tabii sevilmeyenleri de) aramızdan alarak ‘ölüm’ gerçeğini her daim taze tutuyor.
İnançlılar için ‘ölüm’ daha farklı bir gerçeklik; bu sebeple hangi inançtan ve eğilimden olursa olsun ‘ölen insana’ saygı duyulması kendisinden bekleniyor. Tersi, sadece ölene değil ‘ölüm gerçeği’ne karşı da saygısızlık çünkü; oysa ölüm ‘en büyük uyarıcı’...
En son ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisiyle evlere misafir olan popüler dizilerin senaryo yazarı Meral Okay’ın vefatı çok insanı üzdüyse, sebebi, ölümünü herkesin bir ‘kayıp’ olarak görmesidir. Doğru bir iş yaptı; tarihimizin şerefli sayfalarına yeniden ilgi duyulmasını sağladı bu diziyle Meral Okay... Sıradan insanların hayata tutunma mücadelelerini sempatik bir dille aktaran ‘İkinci Bahar’ dizisinde görünürlük kazandığı için herkesçe tanınıyordu da...
İnsanların sevgisi önemli bir işarettir, daha ne söyleyeyim...