Ahmet Altan, “Operaya Mescit” başlıklı bir yazı yazdı geçen Çarşamba günkü Taraf’ta. Hükümetin, alışveriş merkezi, sinema, tiyatro, kütüphane gibi alanların yanında operada bile mescit de zorunluluğu getirmesine karşı çıkıyordu yazı.
Altan’a göre, bu, düpedüz “saçma” bir düzenlemeydi. Öyle ki, “Çevik Bir, ‘her caminin yanına bir opera salonu kuracağım’ deseydi ne kadar saçma olurduysa, bu da o kadar saçma” idi. Ve bu yüzden de, yine Altan’a göre, 28 Şubat’ın “laikçi” dayatması neyse, bugünün “dinci” dayatması oydu...
Bu tip yorumları sadece Ahmet Altan’dan değil, kendilerine bazen sehven “liberal” denen kimi solcu demokratlardan da duyuyorum. Ve çok yanlış buluyorum. Çünkü:
1) Bu eleştirileri getirenler, “din özgürlüğü”ne yeterince değer vermiyor, “dini talepler”in karşılanmasını da hep endişeyle izliyorlar. Onlara göre meselelerin bir “önem sırası” var, ve her nedense dini talepler hep bu sıralamanın hep en altında duruyor.
2) Bu “seküler kör nokta”ları nedeniyle bu konularda hükümete anlamsız eleştiriler getiriyorlar. Bu ise, getirdikleri haklı ve değerli eleştirileri de boşa çıkarıyor.
Talep meselesi
Bu trendin ilk örneği, AK Parti’nin 2008 yılında üniversitede başörtüsü yasağını çözmeye kalkması üzerine yaşanmıştı. Sözünü ettiğim solcu demokratlar, AK Parti’nin diğer reformlarını desteklemişken buna dudak bükmüş, hükümeti “kendi tabanının taleplerine odaklanmakla” suçlamışlardı.
Oysa muhafazakar bir hükümetin kendine oy veren muhafazakar tabanın taleplerine odaklanmasından, bunları birincil mesele hale getirmesinden daha doğal ve meşru ne olabilirdi ki? Buna kızanlar, sosyalist bir parti iktidara gelince, “sakın işçi taleplerine kulak vermeyin, tabanınızı dinlemeyin!” mi diyeceklerdi sanki?
Ahmet Altan’ın kızdığı “mescit düzenlemesi” de, muhafazakar tabanın bir talebidir. Hükümet tarafından dikkate alınmasından daha doğal bir şey olamaz.
Neden mi? Çünkü Türkiye’de her gün beş vakit namaz kılan on milyonlarca dindar Müslüman var. Bu vatandaşların “ibadet mekanı talebi” de, annelerin bebek emzirme odası talebi gibi, meşru bir taleptir. Kimseye zorla namaz kıldırılmadığına göre de, 28 Şubat dayatmalarına hiç bir şekilde benzetilemez.
Bunun karşısında, “efendim o zaman Hindular için de mabetler kurulsun” filan demenin de bir mantığı yoktur. Çünkü elbette her din özgürlüğe layıktır, ancak siyasi düzenlemeler toplumsal taleplere göredir. (O yüzden “anadilde eğitim” denince toplumda karşılığı olan “Kürtçe eğitim”i tartışıyoruz, “Sanskritçe eğitim”i değil.)
Ve kuşkusuz Türkiye’de Sünni dindarlar dışında Aleviler’in veya gayrımüslimlerin de din özgürlüğü konusunda ciddi sorunları ve haklı talepleri vardır. Ama bunların varlığı, Sünni talepleri için adım atılamayacağı anlamına gelmez.
Yeni tartışmalar
Gelelim işin en magazinel kısımına.. Yani, “operada da namaz mı olurmuş canım” mealindeki burun kıvırtmasına.
Ahmet Altan bunu şöyle ifade etmiş:
“Kuğu Gölü’nün balerinlerini seyrederken seyircilerin aklı bir yandan da kılacakları namazda mı olacak?”
Ardından, bir de, her türlü yeniliği “bid’at” diye lanetleyen kimi mutaassıpları andırırcasına, şöyle sormuş:
“İslam tarihi boyunca ‘operada mescit olsun’ diye bir tartışma yaşanmış mı?”
Oysa bana sorarsanız bir taraftan opera izleyip bir taraftan “namaz kaçmasın” diye düşünen insanlar pekâlâ olur. (Birkaç tane tanıyorum hatta!) Türkiye’nin “dindar orta sınıfı” daha da şehirleşip modernleştikçe de, böyle alışılmadık Müslüman tipler çoğalacak ve “İslam tarihi boyunca yaşanmamıştartışmalar” yaşanacak.
Bunu görünce paniğe kapılmaya ise hiç gerek yok.