1980’lerde 70 sent’e muhtaç ülke
2001’de ise IMF’ye esir ülke
İki devraldığı miras.
Arada çok fark yok. Rahmetli Turgut Özal'lı ANAP devri başlarken de ekonominin temeli bozuktu; Recep Tayyip Erdoğan'lı Ak Parti dönemi başlarken de ekonomi bozuktu.
Her iki lidere de bozuk ekonomik temeli devreden kişi olarak Süleyman Demirel ismi karşımıza çıkıyor. Bu bir tesadüf müdür, yoksa planlanmış bir sürecin eserimidir; tam olarak bilmiyoruz.
Özal’ın ölümündeki şüpheler ile bu süreçlerin gerçekleşmesi arasında elbet bir bağ vardır. Bu güçlü bağları 28 Şubat sürecinde aramak kadar belki de daha fazlasına 93'e dönerek bakmamız gerekiyor.
Türkiye, 28 Şubat sürecine odaklanırken 93 darbesini gözden kaçırıyor. Oysa gerçek darbe 93’de yapılmıştır. 28 Şubat sürecinin temelleri dahi 93 ölümleri ile atılmıştır. Ekonominin temelleri de 93'e giden yolda aynı yönetimle bozulmuştur.
Erken emeklilik sistemi ve kamu bankalarının içinin boşaltılması geri dönülmez birer yıkımdı. 90’lı yılların başında Ekonominin temeline yönelik yıkımsal hamleler yapıldı. Tam da Özal ve ekibi bu yıkımlara karşı hazırlanırken tasfiye edildiler, silindiler, öldürüldüler.
28 Şubat sürecinde 93 sürecinin aksine temel değil, yapının üstü soyulmuştu. Arada fark vardı: 93 sürecine giderken ekonominin temeli çökertiliyor ama bireysel soygun göze batmıyordu. 28 Şubat süreci ise bireysel soygunların had safhaya çıktığı dönemdi.
93 dönemi ile 28 Şubat süreci arasında bir farklılığı daha görebiliriz. Örneğin 28 Şubat sürecinde zulüm ağırdır ama ölüm azdır. Hatta 28 Şubat sürecinde cinayete-ölüme giden yol yine 93 darbesinin uzantısı Susurluk sürecinde Bedri İncetahtacı ile yaşanmıştır.
93 darbesinin ölümleri ülkenin üst kademesine yönelikti.Sanırım hiçbir darbe döneminde 93 ölümleri kadar üst düzey ölüm-kaza-cinayet gerçekleşmemiştir. Bu açıdan bakınca 93 darbesi Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı darbesidir.
Hatta 93 ölümleri sürecinin sürdüğünü de söyleyebiliriz. Kazalar-cinayetler zincirine Refah Partisi Susurluk Komisyon üyesi Bedri İncetahtacı'nın ardından iki Yazıcıoğlu'nu ekleyebiliriz. Hatta şahsen Aselsan ölümlerini de bu süreçte düşünebiliriz. (Milli savunma sanayi)
Bu nedenle Türkiye gerçek derin yapılanmasını 28 Şubat yerine 93 darbesinde aramalıdır.
28 Şubat süreci ile 93 darbesi arasında bir başka farklılık ise bağlantıların derinliğidir.28 Şubat süreci daha çok bir iç organizasyon olarak dikkat çekmiştir. Yani dışarıdan müsaadesi alınmış bir hamle gibiydi.
Oysa 93 darbesi ve ölümleri çok daha derin organizasyonları barındıran, fiili dış müdahale ve iç ortaklıkları da gerektiriyordu. Kısaca vatan hainliği veya vatana ihanet gibi işbirlikçiler gerektiriyordu. Bu kadar usta ölümlerin sadece iç yapılar ile gerçekleştirilmesi imkansızdır.
İç darbeler vatan sevgisine ne kadar bağlanmaya çalışılsa bile 93 darbesinin doğrudan vatan hainliğine giden bir dış özelliği bulunmaktadır. Bu nedenle 93 süreci sadece bir darbe değil, bir tasfiye sürecidir.
93 darbesi ile kökü zehirlenmiş meyvenin son kalıntıları, 28 Şubat süreci ile soyulmuştu. Oysa dış güçlerin isteği ağacın meyveleri değildi, onlar ağacın kökünü kurutmaya yönelik hamlelerini 93'de atmışlardı.
Hain işbirlikçileri ile.
Bugün 28 Şubat sürecine odaklandığımızdan belki de daha fazla 93'e dönmemiz gerekiyor; Susurluk'a dönmemiz gerekiyor. Recep ve Muhsin Yazıcıoğullarına; Aselsan'a bakmamız gerekiyor.
Turgut Özal'a baktığımız kadar Adnan Kahveciye, Uğur Mumcuya, Eşref Bitlis'e, Cem Ersever'e de bakmalıyız.
Benzer ölümler-kazalar- cinayetlere kurban giden Albaylar Temel Cingöz'e, Bahtiyar Aydın'a, Kazım Çillioğlu'na, Rıdvan Özden'e de bakmalıyız.
33 erin silahsız ölüme gönderilişi kadar Sivas'ın perde arkasını da hala aydınlatamadık. Başbağlar ise hala karanlık.
Bir ayrıntı daha var: Devlet o dönemde teröre karşı hukuk dışı dahil ölümcül bir mücadele başlatmış görülüyordu. Oysa aynı dönemde terörist başının ateşkes ilan edişini görüyoruz. Bugün ise devletin gücünü barışa ve hakka yönelttiği bir dönemde terörist başlarının da tüm güçlerini ölüme yönelttiğini görüyoruz.
93 sürecinde barışa, huzura adım atanlar devlette öldürülürken, bugün barışa ve huzura terör örgütü ölümle cevap veriyor.
93'de ölümle beslenen bir devlet yapılanması görülürken; şimdi ölümle beslenen bir PKK yapılanması karşımızda.
Sanki roller değişti...
Türkiye, darbelerle mücadeleyi sadece askeri yapıda veya perdenin önünde aramamalıdır. Sermaye bağları da deşifre edilmelidir. Bugün darbelerin sermaye ayağının araştırılmasında maalesef basit çıkarlar ekseni odak noktası oluyor. Mesela bankaların soyulmasından, paşaların ballı maaşlarla çıkar koltuklarına oturmasından çok ama çok daha önemlisi erken emeklilik sistemidir.
80'li yıllarda korumacılığın kaldırılması ile ekonominin rekabete açılmasına kimler karşı çıkıyordu? Yine 80'li yıllarda sübvansiyonlar ile beslenen zenginler kimlerdi?
Cumhuriyet tarihimizin üst kademeye yönelik en kanlı karmaşık darbesi sadece bir yönüyle açıklanamaz. Askeri yöntemlerin yanında dış odaklar kadar ekonomi merkezleri de mercek altına alınmalıdır.
12 Eylül ve/veya 28 Şubat sürecinin çözülmesi bizlere sahnenin perde arkasını gösterebilir. Fakat o oyuncuları kimin beslediğini, büyüttüğünü ancak 93 sürecinin aydınlatılması ile çözebiliriz.
28 Şubat soyguncu bir tiyatro ekibi ise 93 süreci bir ölüm şirketiydi.O şirketin uzantılarının hala dışarıda cirit attığını ve sadece kılık değiştirdiklerini görmek; farklı tiyatro oyunlarının da farklı sahnelerde oynandığına işaret değil midir?
Ölümlerin azalmış olması veya bitmesi; yöntemin de değişmiş olması anlamına gelmiyor mu? Bir ayak "Silahlı generalden paralı spekülatöre..." geçmiş olamaz mı?
Bugün muhteşem Türkiye diyoruz: Türkiye 20 milyar dolarlık bir TAI; kendi IHA'sı, kendi tankı ALTAY'ı ve milli savunma sanayini kurabiliyor.
Ama aynı Türkiye, özel sektörüne bir yerli otomobil dahi ürettiremiyor.