-2-
(11 Eylûl 2001 Saldırıları’nın değerlendirilmesine dün bıraktığımız yerden devam edelim.)
Evet, ‘kapitalist emperyalizm’in mâbedi gibi itibar gören New York’taki ‘İkiz Kuleler’in, 2 yolcu uçağının çarp(tırıl)masıyla yıkılabileceği söylenseydi, herhalde kimse inanmazdı. Hele, B. Amerika’nın karşı konulmaz sanılan askerî gücünün en merkezî karargâhı olan Pentagon’a, üstelik de bir dış güç tarafından değil, B. Amerika’nın kendi içinden ve üstelik de kendi yolcu uçaklarınca bir saldırı yapılacağı ve bu saldırının önlenmesi için hiçbir ‘erken uyarı sistemi’nin olmaması düşünülemezdi. Çünkü Amerikan emperyalizmi, ‘erken uyarı sistemleri’ ve ‘AWACS’larla, çölde hareket eden yılanları bile görüp ve onu vurabiliyorlardı, güyâ.. Ama, ‘11 Eylûl Saldırıları’yla bütün bu iddia balonları patlayıvermiş ve ayrıca, 3 binden fazla sivil insanın ölümüyle dünya şoke olmuş ve bütün o ‘benzersiz muhteşem’ sanılan maddî güç merkezlerinin dünyanın gözü önünde yerle bir oluşu yaşanmıştı. Ama, ne olduğu henüz anlaşılamadan Amerikan emperyalizmi, ‘bu terör saldırılarının Müslüman saldırganlarca yapıldığını’ açıklayıvermişti. Çünkü, saldırıda kullanılan yolcu uçaklarındaki 400’ü aşkın yolcular içinde Müslüman ismi taşıyan 19 kişinin bulunduğu belirlenmişti!
Delilleri bundan ibaretti!!.
Daha da ilginç olanı ise, o ‘müslüman’ isimli yolculardan bazılarına aid bazı pasaportlar da o yıkıntıların içinden sapa-sağlam bulunup dünyaya gösterilmişti, bu dehşetli terör saldırısının ‘müslüman’larca yapıldığının delili olarak..
O dehşetli saldırıların muhtemel faillerini suçlama furyası içinde, Amerikan makamları, ‘Yolcu olan saldırganlar, böylesine bunca farklı alanlardan kalkan uçaklara güvenlik kontrollerini aşarak, silahlarıyla nasıl binmişlerdi, ve o uçakları aynı zaman diliminde ele geçirip aynı hedefe yönlendirerek, o hedeflere bir füze gibi nasıl çarptırmışlardı?’ diye sormaya bile cesaret edemedi. Çünkü, o anda, şüphe belirtmek bile, ‘o terör eylemine sempatiyle bakıldığı’ gibi anlaşılmasına yol açabilirdi.
Nitekim, Amerika’da, üstelik Müslüman bile olmayan ve başında Hindulara ve Sih’lere mahsus bir sarık bulunan 1 kişi, Müslüman sanılarak, kalabalıklarca dövülerek öldürülmüş; Almanya’da da biraz esmer tenli bir kişi, Frankfurt- Nurenberg taraflarındaki tren yolculuğu sırasında trendeki ‘sarı saçlı, beyaz tenli, mavi gözlü’ almanlar tarafından ‘Ortadoğulu bir Müslüman’ sanılarak, öldüresiye dövülmüş ve canını zor kurtaran kişinin yabancılarla soy bakımından hiçbir ilgisi olmayan ‘tam bir alman’ olduğu sonra anlaşılmıştı. Bunlar küçük 1-2 örnek..
Ama dünya, ‘İslâm terörü’ sözüyle çalkalanıyor, Müslümanlar her yerde suçlu olarak gösterilmeye çalışılıyordu.
(Hatırlayalım ki, Amerikan Başkanı John F. Kennedy 22 Kasım 1963’de Amerika’da öldürüldükten sonra, Amerikan Kongresi tarafından yaptırılan uzuun araştırmalar sonunda, 15-20 kadar en hassas bazı noktaların varlığı kabul edilmiş ve ancak bunların 66 yıl sonra -yani, ancak 22 Kasım 2029’dan sonra- açıklanabileceğinin ‘kanunî bir gereklilik olduğu’ gerekçesiyle dosya kapatılmıştı.
Kezâ, 6 yıl süren İkinci Dünya Savaşı’nın son iki yılına girilirken, Beyaz Rusya’daki Katyn Ormanı’nda, Polonya’lı 20 bin kadar asker-sivil seçkin kişilerin, Hitler Almanyası tarafından, ‘kafalarına birer kurşun sıkılarak öldürülüp bir ‘toplu mezar’a gömüldüğü’, Stalin S. Rusyası tarafından dünyaya korkunç bir barbarlık olarak açıklanmıştı.
Bütün Polonya ve Avrupa halkları, hattâ dünya kamuoyu ağlatılmıştı. Ama, bu cinayetin ‘Stalin’in emriyle gerçekleştirilip Almanya’nın üzerine atıldığı ve dünya kamuoyunun 40 yıl boyunca bu yalanla meşgul edildiği’, o dönemin F. Almanya Başbakanı Helmut Kohl’ün, Sovyet Rusya lideri Mihail Gorbaçov’a, 1985 yılında, ‘Mr. Gorbaçov, biz Katyn’de, değil 20 bin insanı tutuklayıp öldürecek kadarını, hiçbir zaman tek bir asker bile bulundurmamıştık!’ demesi ve Gorbaçov’un da, ‘Evet, onu biz yapmıştık, Stalin’in emri üzerine..’ demesi ve bunun Rusya televizyonunda resmen ve belgeleriyle açıklamasıyla anlaşılmış ve Katyn Ormanı’ndaki dev mermer levhadaki yazı değiştirilip, o cinayetin Stalin tarafından yapıldığı açıklanmış ve daha ilginci, o zaman İngiltere, bu durumu, ‘Onu biz de biliyorduk, ama o zaman, bu, düşmanımız Almanya’nın lehine ve müttefikimiz Rusya ve bizim aleyhimize olurdu..’ diye izah etmişlerdi.)
Bu açıdan, 11 Eylûl Saldırıları’nın gerçek mahiyetinin anlaşılması ve açıklanması için henüz çok erken ve herhalde bir ‘66 senelik gizlik kaydı’ bu konuda da işletilecektir. (Ama, TRT bile, bu saldırıların Usâme bin Laden’in lideri olduğu ‘El’Qaide’ örgütü tarafından yapıldığını, ‘iddia ediliyor’ kaydı bile koymaksızın, kesin ifadelerle anlattı, bu son yıldönümü vesileyle de..)
Ama, bu saldırıların sonunda, USA emperyalizminin propagandasına ve algı operasyonuna kanmış dünya kamuoyu, bu korkunç terör eyleminin suçlusu gösterilen Afganistan ve sonra Irak ve sonra nice Müslüman coğrafyalarına Amerika’nın nasıl ‘azgın bir boğa’ gibi saldırdığı ve korkunç bombardımanlarla, fakir Afganistan’ın nasıl daha bir yerle bir edildiği; Saddam Irakı’nın da aynı şekilde ve sadece sivil Müslüman halktan, 1 milyondan fazla insanın korkunç bombardımanlarla ve sonra meydana gelen açlık ve hastalıklarla ve hele de ‘Ebû Gureyb Zindanı’ndaki belgelenmiş en ahlâksızca barbarca zulümlerle öldürülüşü, insanlık şeref ve haysiyetleriyle en alçakça usullerle oynanışı, hep o, ‘İslâm korkusu’yla görmezlikten gelinmişti.
Nitekim, İslâm, hele de son 20 yıldır, daha önceleri olmadığı şekilde, Avrupa, Amerika ve diğer nice dünya halkları nezdinde ve hattâ bazı Müslüman halkların arasında bile, korkulması gereken bir heyula, bir gulyabanî durumuna düşürülmek istendi.
O halde, ‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’, B. Amerika’nın kendi iç güvenlik zaaflarının ve de sosyal bünyesindeki patlamaya hazır odakların ortaya çıkardığı bir durum olduğu halde, emperyalist -şeytanî güç odaklarının uzun vâdeli planlarıyla yeni bir ‘Soğuk Savaş’ın düşman kutbu olarak İslâm’ın hedefe konulması -kendileri açısından- başarılı olarak tezgâhlanmıştır. Bu alçakça şeytanî tuzağın gerçeğinin on yıllarca sonra belgeleriyle ortaya konulabileceği ihtimali gözden ırak tutulmamalıdır.
***VE.. ‘12 EYLÛL 1980 ASKERÎ DARBESİ’NİN 40. YIIDÖNÜMÜ DOLAYISİYLE..
Gerçi, saltanatlar da bir takım güç denemeleriyle, kılıç gücüyle veya servet entrikalarıyla şekillenmişti ve Müslümanların Hz. Peygamber (S) ve Hulefâ-y’ı Râşidîn dönemi sonundaki hemen bütün yönetimleri, İslâm’ın öngörmediği bir yöntem içinde geçti.
Saltanat sistemlerinin içinde yine de bir takım faziletli insanlar -nâdiren de olsa- Müslümanların başına geçip, Müslümanca yönetim örnekleri sergilediler.
Ama, nice saltanat sistemleri ve kadroları iç ve dış başka güç odaklarınca bertaraf edildi.
Sonra saltanat sistemi, -sözde- kaldırıldı ve Cumhûriyet adına, yani halkın ekseriyetinin iradesine göre teşekkül ettiği varsayılarak yeni bir düzen kuruldu, ama, bu düzen, cumhûr’un iradesine ne kadar dayanıyordu?
Milletimiz kendi iradesiyle ülke, devlet ve kendisinin yönetimde az-biraz etkili olmaya başlayınca, defalarca askerî darbelerle karşılaştı. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980, 28 Şubat 1997 Askerî Darbelerinin herbirisi, kendilerini, 1923 ilkelerinin takipçiliği adına takdim ediyorlardı milletimize.. ‘Millî birlik ve kardeşliğin birleştirici tek ilâcı ve merkezi vardı; mâlûm ilkeler ve devrimler! Onlardan, 1923’ün takipçileri olduklarını düşünen silahlı güçler, hastalıklı modern yeniçeriler, asla tâviz veremez ve vazgeçemezlerdi. Jakobenist/ tepeden inmeci cumhuriyet, böyleydi ey millet, yerseniz..
‘Kuvvetli Silahlar’, siz millet ekseriyetinin iradesi adına, yani Cumhuriyetçilik adına böyle istiyorlardı, aksi halde, bazı kelleler uçurularak gerekenin yapılacağı, taa 1923’lerdeki yeni sistemin ‘Devr-i dilârâ’y-ı Cumhuriye’nin /Gönüller açan Cumhuriyet devri’nin şeflerince geliştirilen anlayış idi.
Bu yönteme, milletin silahını millete çevirmek sûretiyle yapılan bu uygulamalara 28 Nisan 2007’de bir daha başvurulmak istendi ve Hükûmeti, ‘Ben seni tanımıyorum’ diye tehdit eden bir Genelkurmay Başkanlığı Muhtırası yayınlandı.. Ama, bu kez, sert takaya çarptılar darbeciler ve rezil oldular. Çünkü geçmişte, milletten aldığı emaneti silah tehdidi karşısında temsil etmekten kaçınan siyasetçi örneklerine son vermek kararlığındaki bir Tayyib Erdoğan’ın dik duruşu liderliği karşısında o muhtıra bir utanç belgesi olarak yırtılıp atıldı.
Ama, bu kez, 15 Temmuz 2016’da, bu zamana kadar yapılan askerî darbelerin en kalleşçesine başvuruldu.. Ne var ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iradesi yine bertaraf edilemedi ve o kanlı darbe hıyaneti de parçalandı ve Ezan sesleri arasında, milletin iradesiyle bastırıldı.. Ve inşaallah o irade ve o teyakkuz ve uyanıklık bundan sonra da devam edecektir.
Şu noktayı da ekleyelim ki, 12 Eylûl 80 Darbesi’ni yapanlar, o günlerde, milletin kendi darbelerini ‘kurtarıcı’ diye selamlaması için, anarşi ve terör’ü kendi istedikleri seviyede kontrollü şekilde tahrik ve teşvik ediyorlardı. Bu alçakça oyunu, o dönemin 2. Ordu Komutanı Bedreddin Demirel isimli bir em. Orgeneral hâtıratında net olarak ifşa ediyor ve, ‘Ordu olarak 9 (veya 11) Temmuz 1979 gecesi müdahale etmeyi planlamıştık, ama, halk orduya karşı direnirse.. diye, halkın orduyu iktidarı ele geçirmeye çağırmasını temin etmek için, müdahaleyi 12 Eylûl 1980’e ertelemiştik..’ diye yazmıştı. O arada, Türkiye’de sağ-sol kavgalarında çoğu genç olmak üzere, 5700 kişi daha birbirini öldürmüştü. Ve millet’e, ‘Yahu, bu kanlı kördüğüşüne kimse dur diyemiyecekse, ordu ne güne duruyor, ordu müdahale etsin!‘ dedirttiriyorlardı.
Ve işte o şartlar altında 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi yapıldığında, dönemin NATO Başkomutanı Gen. Alexander Haig, yine o zamanın Amerikan Başkanı olan Jimmy Carter’a, ‘Bizim çocuklar başardılar, darbe yaptılar..’ diye haber veriyordu, ‘kamalist inkilablar adına bir kez daha ‘kurtarılışımızı..’ (!)Bu, aslında bütün önceki darbelerin de şifresi mahiyetinde bir söz idi ve onun da özünü, ‘28 Şubat 1997 Darbesi’ni yapan generaller, ‘Bu hareket, 1923’ün devamıdır.. ‘ diye muştuluyorlardı birbirlerine ve kendilerini desteklediklerini zannettikleri millete..
Aynı emperial odaklar, başta Amerika olmak üzere, bütün NATO ülkeleri 15 Temmuz 2016 Hıyaneti için de aynı ham-hayal ve ümidler içindeydiler. Herbirisi, ‘Erdoğan devrilirse, onun için gözyaşı dökmeyeceğiz. Çünkü, o , Türkiye’yi bir ‘İslâm Devleti’ne götürüyor, …….’ün kemikleri mezarında ters dönmüştür.’ diyorlardı. Bu konuda Trump , Biden, Putin, Macron ve diğerleri arasında bir fark yoktu.
Evet, aynen böyle oldu, bütün bu darbeler.. Ve amma, inşaallah bir daha öyle olmayacaktır. Çünkü, 15 Temmuz şanlı direnişi, Hakk’a ve halkına güvenen bir lider ve liderine güvenen bir halkın bereketli direnişidir. O direniş, sadece o geceki hainlere değil, geçmişin bütün darbelerine de bir güçlü ‘Hayır!’ denilmesi ve halk diliyle, ‘Şeytanın bacağının kırılması’ vak’asıdır da..
***