Tarih, toplumların yükseliş ve çöküşlerinin şifrelerini ifşa eden bir cevap anahtarıdır. Medeniyetler yükselir, çöker; ideolojiler doğar, kaybolur; sınırlar çizilir, silinir.
2025 yılı, Türkiye'de "Aile Yılı" olarak ilan edildi. Bu, basit bir sembolizm ya da tek seferlik bir sosyal politika değildir; olmamalıdır!
Bu, bir çağrıdır.
Ya aileyi yeniden inşa edeceğiz ya da tarihin en büyük sosyolojik yıkımlarından birinin içinde debeleneceğiz.
Tüketim kültürü, dijital yalnızlık, narsisizmin yüceltilmesi, LGBT lobilerinin fütursuzca saldırıları, boşanmaların sıradanlaşması, nesillerin birbirine yabancılaşması, mahremiyet sınırlarının yok edilmesiyle aile bağlarının çözülmesi...
Bütün bu unsurlar, yalnızca bir sosyal mesele değil, insanlık tarihinin en radikal kırılma noktalarından biridir.
Aile, yalnızca bir ahlak meselesi değildir; aynı zamanda bir iktisat, psikoloji, hukuk, eğitim ve kültür meselesidir.
Bu yıl, sadece bir farkındalık yılı değil, bir kader yol ayrımıdır; bir milattır. Ve fakat büyük büyük sözler ve coşkulu ilanlarla vakit kaybedemeyiz.
Zira yılbaşından bu yana tam 59 gün geçti. Dile kolay!
Ancak, dişe dokunur bir aile çalışmasıyla henüz karşılaşmadık. Oysa olması gereken, 365 günün her biri için ayrı ayrı, muazzam projelerin ortaya konmasıydı.
Çünkü aileyi kurtarma mücadelesi, günübirlik bir çaba değil, bir medeniyet restorasyonudur.
Eğer ilk iki ay bu kadar atıl geçirilmişse, en azından bundan sonrası boş geçmemeli, her geçen günün telafisi için büyük bir seferberlik ilan edilmelidir.
Ya aileyi yeniden kuracağız ya da kimliksiz, bağsız, ruhsuz bir kitleye dönüşeceğiz.
Ya mukaddesat duygularımızı hayata geçireceğiz ya da onları algoritmaların ve ekranların esiri olmaya terk edeceğiz.
Büyük dönüşümler, büyük zamanlarda başlar. Ramazan, işte bu yüzden aile için bir büyük bir laboratuvardır; aileyi yeniden inşa etmek için büyük bir fırsattır; büyük zamandır.
İftar sofraları, aile içi iletişimi ve toplumsal dayanışmayı güçlendiren devlet destekli programlarla pekiştirilmelidir. Belediyeler, STK'lar ve medya iş birliğiyle "Bir Sofra, Bin Aile" gibi projeler geliştirilerek, aile bağları yeniden inşa edilmelidir.
Teravih namazları, milli ve manevi birlikteliğin toplumsal bir şuur hâline getirildiği bir zemine dönüştürülmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilgili kurumlar, cami cemaati ile aile kavramı arasında sosyolojik bir bağ kurulmasını sağlamalıdır.
Bayramlar, tatil günleri değil, devletin öncülüğünde kuşakları bir araya getiren sosyal restorasyon projelerinin merkezine yerleştirilmelidir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile birlikte "Aile Bayramı Seferberliği" gibi projeler hayata geçirerek, nesillerin tekrar birbirine kavuştuğu devlet destekli bir "aile dönüşü" süreci yaşatmalıdır.
MEB, yapıyor olduğu dokunaklı çalışmalarına: "Dijital Çağda Aile Bağları", "Aileyi Tanıyorum", "Dedem ve Ninemden Miras", "Kardeş Aile"... gibi köklü ve sürdürülebilir politikalarla projeler ekleyebilir.
Ramazan, modernizmin bireyselleştirdiği insanı, kolektif bir şuura geri çağırır. Bu çağrıya kulak vermezsek, 2025 yılı sadece kâğıt üstünde kalmış bir "Aile Yılı" ilanı olmaktan öteye geçemez.
Bu seferberlikte herkesin bir rolü var: Devlet politikaları, sosyal destekler, kültürel üretimler, eğitim sistemleri, bireysel iradeler...
Sorumluluğumuz ortadadır: Aileyi yeniden kur ya da tarihin en büyük yalnızlaşma ve çözülme felaketinin içinde eriyip git.
2025 yılının "Aile Yılı" seçilmiş olması, bir testtir.
Ve bu testin sonucu, tercihlerimize bağlıdır.