AB 2015 yılında bir karar almıştı. Buna göre başta İtalya ve Yunanistan olmak üzere AB topraklarına ulaşmayı başaran göçmenler, nüfusları oranındaki kotalara göre AB üyesi ülkelere mülteci olarak dağıtılacaktı.
Polonya, Macaristan ve Slovakya, bu kararın AB mevzuatına aykırı olduğunu iddia etmişti. İtirazın özü, Brüksel merkezli bir karar ile ülkelerin istemedikleri kişileri topraklarına kabul etmek durumunda kalmalarıyla ilgiliydi.
İlk bakışta haklılık payı var gibi gözükse de, itirazın zaten sınır engeli bulunmayan AB ülkeleri tarafından dile getirilmesi manidar oldu. Zira, sınırsız Avrupa’ya taraf olurken Schengen Bölgesi içinde bir ülkeden diğerine rahatça gezebilecek, eğitim alabilecek ve hatta çalışabilecek kişilerin sadece “kendilerinden” olacakları var sayılmış. Bu durum, Schengen Bölgesi vatandaşlarının serbest dolaşımının öngörüldüğünü, ancak bir kez Schengen vizesi alan AB dışı ülke vatandaşlarının ya da bir biçimde Avrupa’ya ayak basan yabancıların da aynı şekilde serbestçe dolaşabilecekleri ihtimalinin hiç akla gelmediğini göstermekte.
Ortak kararın farklı uygulamaları
2015’de alınan karar, Suriye krizi patlak verdikten sonra bu ülkeden kaçıp Avrupa’ya giden ve mülteci durumuna gelen kişilerle ilgili. Bu insanların mülteci olarak kabul edilmeleri halinde ilk ayak bastıkları yerde tutulmaları da mümkün, ülkelerin serbest dolaşım hakkı vermeleri de.
Mültecilerin Yunanistan ve İtalya’da yığılmaları sonrasında bu ülkeler AB’den mali yardım istemişlerdi, talep ettikleri oranda destek alamadılar. Diğer üyeler, meseleyi bu iki ülkenin sorunuymuş gibi değerlendirmeyi tercih ettiler; bunun üzerine tabir yerindeyse Yunanistan ve İtalya mültecilerin başka AB ülkesine gitmeleri önündeki engelleri kaldırıverdiler. Böylece bu iki ülke, ayak basılan ama kalıcı olunmayan ülkeler haline geldiler; göçmenler de hızla kuzeye, daha gelişmiş ülkelere yöneldiler.
Bunun üzerine her ülke farklı bir uygulama sergiledi; Birleşik Krallık kapılarını kapattı ve zaten Schengen Bölgesi’nde olmadığından mevzuatı kullanma imkanı buldu; Fransa insanları berbat kamplara sıkıştırdı, Almanya da sepetten en sağlam elmaları seçer gibi, “işe yarayanları” alıp ülkede kalmalarına izin verdi.
Farklı uygulamaların ortak kararı
Üye ülkelerin nüfuslarına göre belirlenen kotalar dahilinde mülteci kabul etmelerini öngören karara, Polonya, Slovakya ve Macaristan uymadı; ayrıca konuyu Adalet Divanı’na götürdüler. Neyse ki Adalet Divanı, bu başvuruyu reddetti ve ortak karara uymadıkları için esas şikayetçi olunması gerekenin bu ülkeler olduğu mealinde bir karar aldı.
AB’de önemli bir tartışma konusuna dönüşen bu mesele, aslında Macaristan’ın payına düşen 1294, Slovakya’nın da payına düşen 902 kişi ile ilgili. Ayrıca, Polonya ve Macaristan paylarına düşen hiç kimseyi kabul etmediler, Slovakya ise sadece15 mülteciyi ülkesine kabul etme nezaketini gösterdi.
İtirazcı devletlerin konuyu bir hukuk meselesi haline getirmeleri, AB’nin geleceği açısından son derece önemliydi. Zira bu ülkeler mültecileri “Müslüman Ortadoğulu” oldukları için istemediklerini defalarca dile getirmişlerdi. Bu da “farklılıkların birlikteliği” projesi olarak hayata geçen AB’nin işlevini yitirmesi anlamına gelecekti.
Almanya’nın Türkiye çıkışına Avrupa Komisyonu’ndan gelen yanıtta olduğu gibi, bugün AB kurumlarının üye ülkelerden daha vizyoner hale geldiğini söylemek mümkün. Oysa önceleri üyeler kurumları ileriye taşırdı; AB kurumları üyeleri sürüklemez, üye ülkelerden gelen yapıcı katkılarla yol alınırdı.