Pazartesi günü İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası'nda, Doktora Salonu'ndaydık. Üniversitemizin belki de en görkemli salonudur. İhtişamlı avizesi, muazzam tavanı, ahşap işçiliğinin en ince detayları, duvar süslemeleri, sanki bir zaman tünelini andıran atmosferiyle, hepimiz gelecek misafir için heyecanlıydık...
TBMM Başkanlığı himayesindeki bu mühim sempozyumun onur konuğu Kıbrıs Türk Devleti Cumhurbaşkanı sayın Ersin Tatar'dı. Salona TBMM Başkanı Prof. Numan Kurtulmuş, Rektör Prof. Bülent Zülfikar ve Cihannüma Derneği Başkanı Av. Rıza Yorulmaz beylerle girdiler... Kıbrıs'tan değerli konuklar, akademisyenler vardı, Milli Mukavemet Teşkilatında yer almış büyüklerimiz vardı.
Bendeniz de çok heyecanlıydım, zira büyük dedem ve haminnem Kıbrıs ve Girit ricatları üzerinden Anadolu'ya gelebilmiş kimselerdi... Babadan kalma soy ismim 'Mantin'dir, Kıbrıs mücahidlerinin boyunlarına taktıkları kadife kurdelenin ismidir mantin... Anadolu böylesi hazin göç hikayeleriyle doludur. Çünkü mihenk taşıdır, kıtalar arasında, Asya, Afrika ve Avrupa'yı birbirine bağlayan Anadolu yaylası, aslen kavimler için tarih boyunca bir köprü, kavşak, geçişme, buluşma, karışma ve ayrışma noktası olmuştur... Bu dün böyleydi, öyle zannederim ki; kıyamete kadar da muhacirlerin sığınağı olacaktır Anadolu'muz.
Benim çocukluğum Kıbrıs şehit ve gazilerinin çocuklarıyla geçti. Babam da Kıbrıs Barış Harekatı çerçevesinde görev yapmış bir askerdir. Kıbrıs'ın çocukluk kalbimizdeki yeri apayrıdır. İlkokul 2.sınıfta sıra arkadaşım olan Nilgün'ü, Yüzbaşı babası ve Hemşire annesi ile birlikte Kıbrıs'ta şehit vermiştik... Çocukluk kalbimde bedeli büyük dramlarla ödenmiş bir kurtuluş, özgürlük ve onur hamlesidir Barış Harekatı...
1571'de Venediklilerle verilen savaşta Osmanlı Devleti'nin karşısında Rumlar yoktu. Venedikliler dinlerine çok sıkı bağlı Katolikler olarak; değil Rumlara, başka herhangi Ortodoks kimliğe bile tahammül edemiyorlardı. Osmanlı'nın Ada'yı fethiyle birlikte, Ada'da Ortodoks varlığı yeşermeye başlamıştı tabii ki Osmanlı'nın da teşvikiyle... 307 yıl aradan sonra, Osmanlı-Rus Harbi'nin götürülerinden birisi olarak, egemenliği Osmanlı'da kalmak şartıyla Kıbrıs idaresi İngilizlere bırakılmıştı. Lakin savaş rüzgarlarının çok kuvvetli estiği yıllardı o yıllar. 1914'te Çanakkale Savaşı başladığında, İngiltere tek taraflı olarak Ada'yı ilhak etmişti.
Peki Rumlar Ada'ya nasıl gelmişlerdi? Osmanlı'nın müsamahası, Katoliklerle Ortodoksları dengeleyerek iç barışı sağlayabilmek hedefi neticesinde Ada'daydılar... Fakat sonraları bu İngilizlerin ustalıklı yönlendirmeleriyle, Ada'daki Türk ve Müslüman unsurları hedef haline getireceklerdi... Rum Kilisesi'nin tabi olduğu 'enosis' ideali, Ada'da tek bir Müslümanı dahi istemiyordu...
Filistin'e çok benzeyen bir kaderle, Kıbrıs da tıpkı Filistin toprakları gibi ilkin İngiltere'nin yönetimine girmiş ardından da Müslümanlar burada fazla görülmeye başlanmış... Bir zamanlar Osmanlı himayesindeki Ortodoksların (Rumların) Türk ve Müslümanlara karşı takındığı vahim cinayetler boy göstermeye başlamıştır ardından... Yavaş yavaş, kıvamında, olgunlaştıra olgunlaştıra örülen bir soykırım hadisesidir bu ve altında da İngiliz imzasıyla... Yöntem aynıdır! Tıpkı Filistin'in İsrailleşmesinde rol oynayan terör çeteleri gibi iş gören EOKA çıkar bu sefer de ortaya, gözü dönmüş katiller başlarlar soykırıma...
Kıbrıs konusundaki ilk siyasi duyarlılık rahmetli Başbakan Adnan Menderes'ten gelir. Uluslararası toplantılarda Kıbrıs'ta yaşanan insani dramlara bir son verilmesi için yoğun çaba sarf eder lakin bugün Gazze'de olduğu gibi, Kıbrıs'ta da insani bir sonuç gelmez. Ardından Kıbrıs ile ilgili en bariz siyasi aksiyon Bülent Ecevit- Necmettin Erbakan döneminde gelir. 'Ayşe tatile çıksın' talimatıyla, Kıbrıs'ın imdadına koşar Türkiye...
Çünkü Türkiye anavatandır. Kıbrıs, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Kale-Ada'sıdır. Hem ticari güzergahlar, hem enerji hatları, hem Ortadoğu ve Afrika'yı rasat eden bir jeo-politik, Ada'yı ister istemez, Türkiye açısından güvenlik kriteri haline getirir...
Küresel hukukta egemenlik hakkı kapsamı yeniden tarif edilirken; Türkiye de 'mavi vatan' olarak denizlerimizdeki egemenlik hakkını deklare ediyor sözgelimi, 'gök vatan' olarak hava hatlarımız üzerindeki egemenliğimizi de üzerine basa basa dile getiriyoruz... Kıbrıs işte bu 'mavi vatan' üzerindeki egemenlik hakkımızın ayrılmaz bir parçasıdır.
Kıbrıs, artık yepyeni bir eşiktedir. Yepyeni bir sayfa açılmıştır. Türki Cumhuriyetler tarafından tanınması ve Aksakallılar Şurası'na gözlemci pozisyonunda kabul edilmesi önemli bir başlangıçtı... İnşallah bu yürüyüş devam edecektir.
Geçen günkü Kıbrıs Sempozyumunda önemli bir şey daha oldu: 'Kıbrıs Türk Devleti' ismi çarptı kulaklarımıza... Kıbrıs Barış Harekatı sonrası, ilkin Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti isminin ardından, 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmuştur. Hem Cumhurbaşkanı Sayın Tatar hem Meclis Başkanı Sayın Kurtulmuş, konuşmalarında; bu kez 'Kıbrıs Türk Devleti' ifadesini kullandılar ve anlamı üzerinde hepimizi iyice düşünmeye davet ettiler.