Kalkınma Bakanlığı, 30 Ekim-1 Kasım 2013 arasında son derece önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Kongrenin öneminden dolayı etkinliğe Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Babacan ve diğer birçok bakan ile özel sektör temsilcileri katıldı. Yurt içinden ve dışından çok sayıda akademisyen ve uzman vardı. İzleyebildiğim kadarıyla oturumlara yoğun bir ilgi söz konusuydu. Kongrenin hazırlanmasında ve başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesinde emeği geçen başta Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Müsteşar Kemal Madenoğlu, Yönetim Hizmetleri Genel Müdürü Ahmet Kesik ile Bakanlık çalışanlarını tebrik ederim.
Nitelikli insan kaynağı
Cumhurbaşkanı Gül ve diğer birçok katılımcı, 2023 hedefleri için kaliteli bir eğitim sistemi ve böylece nitelikli insan kaynağımız olması gerektiğine vurgu yaptılar. Bu konuda karar alıcılarda, ciddi bir farkındalık söz konusu.
Oturum Başkanlığını YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın yaptığı “Nitelikli İnsan Kaynağının Geliştirilmesinde Temel Stratejiler” başlıklı oturumda ben eğitim ile işgücü arasındaki uyum/suzluk üzerine bir konuşma yaptım. Konuşmamın ana argümanını şu üç cümleyle ifade edebiliriz:
1. Türkiye’de eğitim sorunu iyi biliniyor ve bu konuda çeşitli reformlar yapılıyor.
2. Eğitim ile işgücü arasındaki uyumsuzluk da genellikle eğitimle ilişkili olarak sunuluyor.
3. Oysa bu uyumsuzluk, sadece eğitimden kaynaklanmıyor; iş piyasasında da ciddi sorunlar var.
Özetle, sadece eğitim reformlarıyla bizim eğitim ve piyasa arasındaki uyumsuzluğu azaltmamız mümkün değil.
Gelişmiş toplumlarda iş ve mesleklerin dönüşümüyle ilgili birbiriyle çelişen iki farklı yaklaşım vardır. Birinci yaklaşımı savunanlar, gelişmeyle birlikte daha yüksek becerili ve dolayısıyla eğitimli insanlara daha fazla talep olacağını öngörmektedir. Buna göre, yeni teknolojilerin gelişmesiyle birlikte, daha nitelikli ve daha fazla beceri sahibi çalışanlara ihtiyaç artmıştır. İkinci yaklaşımı savunanlar ise iş ve emeğin gittikçe değersizleştiğini ifade etmektedir. Bu yaklaşımın özel bir biçimi olan McDonaldlaşmayı kavramsallaştıran Amerikalı sosyolog George Ritzer’e göre, McDonalds gibi iş ortamlarında yaşanan durum, çalışanlardan hiçbir vasıf beklenmemesidir. Amaç, minimum yetenek ve beceri sahibi kişilerin işleri çok hızlı bir şekilde ve düşük ücretle yürütebilmesidir.
Aslında, her iki yaklaşım da test edilmeye muhtaçtır; farklı ülkelerde farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır ve dolayısıyla empirik olarak ele alınmalıdır. SETA Vakfı’nın Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile birlikte yürüttüğü Türkiye’nin İnsan Kaynağı İhtiyacının Belirlenmesi araştırması, iş piyasasında profesyonelleşme düzeyinin ve yüksek vasıflara sahip kişilere talebin düşük olduğunu ortaya koymuştur. Bugün Fen-Edebiyat mezunlarının istihdam sorunlarında gördüğümüz üzere, araştırmacılara yönelik talep eksikliği, ilgili mezunların sayısının çok fazla olmasından ziyade, bu mezunları istihdam etmeye uygun iş kollarının yeterince gelişmemesiyle ilgilidir. Türkiye’deki mezunlar, diğer ülkelere kıyasla daha fazla oranda, mevcut vasıflarının altında işlerde çalışıyorlar.
Ne yapılmalı?
Daha çok ilaç, kimya, otomobil, uçak, tank, telefon, yazılım vb. fabrikamız ya da işletmemiz olsaydı, o zaman bugün Fen-Edebiyat mezunlarının istihdam sorunlarını daha az konuşuyor olurduk. Yüksek vasıflı kişileri istihdam eden sektörlere daha çok ağırlık vermek lazım. Ayrıca, hem güçlü bir AR-GE hem de üniversite sektörü oluşturmamız gerek. Türkiye’de üniversiteler bir yandan altın çağını yaşıyor; muazzam bir büyüme, artan rekabet ve kalite var. Öte yandan, üniversiteler her geçen gün kan kaybediyor çünkü araştırmaya uygun bir ortam yeterince gelişmemiş ve maaşlar oldukça düşük. Sonuçta üniversitelerden bürokrasi ve özel sektöre bir kaçış söz konusu. Yükseköğretim ve AR-GE sektörünü paralel olarak büyütüp yüksek vasıflı kişilere talebi artırabilirsek, büyük bir fırsat bizi bekliyor. Aksi halde, 2023 hedeflerini yakalamamız zor görünüyor.