Meşhur hikâyedir. Komutanın biri sorumlu olduğu birlikte, bayrak direği ihtiyacını karşılamak için çukur kazdırır. Direk dikilir. Beton dökülür. Kimse basmasın, yazı yazmasın diye de başına bir asker diker ve beton kuruyuncaya kadar korumaya alır.
Gel zaman git zaman, komutanın tayini çıkar, bir başka birliğe gider. Gün olur devran döner eski birliğine yeniden atanır.
Nöbet defterini incelerken, “3-5 beton nöbeti” ifadesini görür. Nedir bu? diye sorunca yıllar önce kendi emrinin bir nöbet halini aldığı ve o günden bu güne geçici olması gereken kararın kalıcı olduğunu öğrenir.
Bunun çeşitli versiyonlarını elbette duymuşsunuz ve “askerlikte mantık yoktur” cümlelerini dinlemişsinizdir.
Askere vurmak kolay tabi. Ama askere bu kadar rahat vururken, aslında geçici olması gerekirken kalıcı olan, hatta üzerine vazife olmayan işlere bile müdahil olan “anayasal kurumları” da pas geçmemek gerekiyor.
Bildiniz Anayasa Mahkemesi’nden bahsedeceğim. Ama AYM özelinde, YÖK, EPDK, BBDK, TMSF, RTÜK, YSK’yı da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
1960 darbesinden sonra kurulan Anayasa Mahkemesi’nin sicilinin daha o günden bozuk olduğunu bilmeyen kalmadı. Darbecileri korumak adına hayata geçirilen bu kurumun yaptıklarını Ahmet Kekeç köşesinde çok güzel özetlemişti.
Yakın tarihe, 2000 yılından sonrasına baktığınızda, 367 garabeti bunlardan biri. “411 El Kaosa Kalktı” manşetinin sinyalini alıp, aslında görev alanında olmamasına rağmen, usulden değil esastan bakıp “türban düzenlemesini” bozan da aynı mahkeme.
Bugünün AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın 2008 yılında sözlerini hatırlayın. “AYM gerekçesini açıklamadan kararını açıklayamaz. Bu ihlaldir” diyen de, bugün gerekçe açıklamadan karar açıklayan da yine aynı Anayasa Mahkemesi ve onun başkanı Zühtü Arslan’dır.
Dün kameraların karşısına geçti Zühtü Arslan. Milletin gözünün içine baka baka yalan söyledi. “Bireysel başvuruda kimliğe bakmıyoruz” dedi. Normalde başvurusu sırasına göre davalara bakıyoruz ama tutukluluk hali söz konusu ise hak ihlali olmasın diye öne alıyoruz demeyi de ihmal etmedi. Can Dündar davasını “bugün bitirmesi”nin gerekçesini söyledi yani.
Oysa hakkında tutuklama kararı verilen Galip Öztürk adında bir işadamı var. Paralelin kendine kumpas kurduğunu, haraç vermeyi reddettiği için davasının zaman aşımına uğramasına az süre kala ceza verildiğini iddia ediyor. Doğru yanlış bilmem. Kendisini de tanımam ama Galip Öztürk’ün 2014 yılında biri Ekim, diğeri Aralık ayında Anayasa Mahkemesi’ne iki bireysel başvurusu olduğunu Savcı Sayan vasıtasıyla biliyorum. Hiçbir şekilde işlem yapılmamış, sırasının gelmesini bekliyor Galip Öztürk.
Soru şu. Dün konuşmasında “Bireysel başvuruda kimliğe bakmıyoruz” diyen Zühtü Arslan, Galip Öztürk’ün davasını neden “bugün acilen bitirilmesi gereken bir dava” olarak görmüyor?
Paralelin istememesiyle paralel duruma düşmesi Zühtü Arslan’ı rahatsız etmiyor mu?
“Bugün alkış yapanlar, beğenmedikleri karar aldığımızda kınıyorlar” diyen Zühtü Arslan’a bozuk saatin günde iki kez doğruyu gösterdiğini hatırlatmaya gerek yok sanırım.
‘Karara uymuyorum’
Bir söz de “Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” sözü nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı eleştirenlere gelsin.
Tarih 14 Ekim 2015. Ankara 6. Sulh Ceza Hakimliği Ankara Gar’ında meydana gelen bombalı terör saldırısı nedeniyle “soruşturma tamamlanana kadar yayın yasağı” kararı aldı.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz.
Bugün Erdoğan’ı “karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” sözüyle eleştiren paralel Cumhuriyet gazetesi Ankara’daki ilk patlama ile ilgili alınan karara “yayın yasağını tanımıyorum” manşetiyle itiraz etti. Erdoğan’ın sözünden öte bir hamlesi yokken, Cumhuriyet bu açıklamasının ardından soruşturmanın detaylarını yayınladı.
Açıklamanın ardından sözde demokratlar, “keşke Erdoğan karara uymuyorum” demeseydi diyorlar. Siz Erdoğan’a laf söyleyeceğinize önce Cumhuriyet’e sonra da baba kontenjanından yazar olan mirasyediye bir çift söz söyleyin. Çünkü Ankara patlamasıyla ilgili yayın yasağını tanımıyorum şeklinde ilk tiviti atan oydu.