Son iki yılın gözde filmlerini programına alan Uluslararası İstanbul Film Festivali iki büyük usta Carlos Reygadas ve Costa Gavras’ı da ağırlıyor.
HERHALDE gençler “32 dişe keman çaldırıyor” ne demektir bilmez... Eskiden buzlu limonata gibi içecekleri satanlar ne kadar soğuk olduğunu vurgulamak için “32 dişe keman çaldırıyor!” diye bağırırlardı... 32. İstanbul Film Festivali programı da benzer bir iş yapıyor...
Dişlerimizi değilse de gözlerimizi kamaştıracak, ruhlarımızı akort edecek doğru filmleri seçmeyi bilirsek... Örneğin Alain Resnais’nin Henüz Bir Şey Görmediniz, Cafer Panahi’nin Perde, Calin Peter Netzer’in Çocuk Pozu, Ken Loach’un 45 Ruhu, Apichatong Weerasethakul’un Mekong Hotel, Gilles Bourdos’un Renoir, Claude Miller’ın Therese Desqueyroux, Sergey Loznitsa’nın Sislerin İçinde, Joacquim Lafosse’un Çocuklarım, François Ozon’un Başka Bir Hayat, Danis Tanoviç’in Bir Hurdacının Hayatı, Darezhan Omirbayev’in Öğrenci, Madds Mathiesen’in Ayıcık, Elie Wajeman’ın Alyah, Guillaume Giovanetti ve Çağla Zencirci’nin Nur, Ektoras Lyzigos’un Kuş Yemi Yiyen Oğlan filmleri daha önce izleyip beğendiğim filmler.
Koşa koşa gideceklerim
Tabii bu satırların yazarına göre pek zevksiz filmler de eksik değil... Ve ne yazık ki öncelikli filmler arasındalar! Ulrich Seidl’ın Cennet üçlemesi örneğin... Cannes, Venedik, Berlin film festivallerinin ana yarışmalarına sanki Kieslowski’nin Üç Renk üçlemesine eşdeğermiş gibi girip asap bozdu. Carlos Reygadas’a Japon ve sonrasında ne kadar bayılıyorsam Seidl’ın Dog Day ertesi yaptığı filmlere de o kadar tahammül edemiyorum. Genellikle Festival’deki gözde bölümüm olan Mayınlı Bölge’ye koymuşlar, hakikaten uyarı mahiyetinde olmuş! Aynı bölümde Yunan sinemasının yeni çıkışlarından biri olan Kuş Yemi Yiyen Oğlan da var ki rahat rahat Festival’in ilk yirmi filmi arasına girer!
Berlin’de hemen herkes Prince Avalanche’ı beğendi, ben ona da uyarlandığı İsveç filmi Either Way’e de mesafeliyim. Ne hız ayrıca, bir senede kopyalamışlar!
Festival’de koşa koşa izlemeye gideceklerim arasında ilk sırada Margarethevon Trotta’nın Hannah Arendt’i ile Philippe Grandrieux’nün Beyaz Epilepsi’si var. İkisi de arayı açıp kendilerini özleten yönetmenler. Nanouk Leopold’un Her Şey O Kadar Sessiz ki, Kim Mordaunt’unRoket, Anne Fontaine’in Yasak Aşk, Sally Potter’ın Ginger ve Rosa, Anne Marie Jacir’in Seni Gördüğümde, Hayfa El Mansur’un Vecide, Pedro Almodovar’ın Aklımı Oynatacağım, Marco Bellochio’nun Uyuyan Güzel, Eran Riklis’in Zeytin filmlerine de koşarım elbette!
32. Festival’in en ilginç bölümü Bienal ile bağlantılı Ben Kentli - Vatandaş Değil miyim? Barbarlık, Sivil Uyanış ve Şehir. Çok ilginç filmler ve önemli klasikler içeriyor. Bunuel’in Yok Edici Melek (vaktinde kulağa daha hoş gelen Mahdevici Melek adıyla gösterildi), Edgar Morin ve Jean Rouch’un 1960 Yazı ve Jose Luis Guerin’in İnşaat Var gibi kaçırılmaz filmler var programında. Bu bölüm başlı başına bir inceleme konusu olur...
Festival yazıları kaçınılmaz olarak fihriste benziyor biraz... Yönetmen ve film adı sıralayıp duruyorum ama herkes biletlerini bir an önce almak için “Ne izleyelim?” diye sıkıştırıp duruyor.
Düzeyli bir rekabet
Ulusal Yarışma’ya seçilen on filmden sekizini izledim. Alçakgönüllü ama düzeyli bir rekabet olacak. Minimal, insancıl, duyarlı filmler var Cemil Ağacıkoğlu’nun Özür Dilerim, Mahmut Fazıl Coşkun’un Yozgat Blues, Can Kılcıoğlu’nun Karnaval filmleri misali. Üçü de dünya prömiyerlerini yapacak. Lusin Dink’in Saroyan Ülkesi de aynı ruh halinde ama deneysel tarzıyla dikkat çeken bir dünya prömiyeri olacak. William Saroyan’ın atayurdu Bitlis’e gitmeden önceki Türkiye turunu anlatan filmin biyografik yanı ve memleket kavramına değinen altmetni de katmanlandırıyor filmi.
Aslı Özge’nin Hayatboyu ve Uğur Yücel’in Soğuk filmlerinden Berlinale sırasında söz etmiştim. Derviş Zaim’in Devir’i okumasını bilene bir başyapıt mitolojiden, dinlerden, kültür mirasından, çevre değerlerinden, moderniteden beslenip üç çobanın öyküsü aracılığıyla hayat devridaiminin eşsiz biçimde dramatize eden... Kelebeğin Rüyası Türkiye’de izlediğim tek iyi yapılmış dönem filmi ama bana göre fazla romantik. Keşke Zonguldak kömür madenlerindeki çalışma koşullarına, iş mükellefiyeti yasasına, sınıf ayrımına ağırlık verseydi veremli şairlerin öyküsünü daha kısa keserek...
Onur Ünlü’nün Sen Aydınlatırsın Geceyi ve Deniz Akçay Katıksız’ın Köksüz adlı filmlerini merakla bekliyorum.