28 Şubat’la ilgili çok az yazı yazdım. Belki de o döneme bir türlü uzaktan bakamadığım için.
Ailemden kişiler de çok yakın arkadaşlarım da 28 Şubat’la birlikte okullarından ve işlerinden oldular. Kazanılmış hakları, gelecekleri ellerinden alındı. Katsayı engeline maruz kalmayıp hakettikleri okulları kazanabilselerdi, okullarını bitirebilselerdi, memuriyetten ihraç edilmeselerdi bambaşka hayatlar süreceklerdi.
O dönemde 4 bine yakın öğretmen meslekten ihraç edildi, 12 bine yakını istifa etmek zorunda kaldı. Bu sırf öğretmenlerin yaşadığı.
Özellikle kadınlar, eğitim ve iş hayatlarının sosyal ve ekonomik katma değerinden oldular.
28 Şubat’ın uzak tahribatlarını pek konuşmuyoruz. Oysa başörtüsü yasağı toplumdaki Kemalist-laik kastın devam etmesi için elzemdi. Çünkü başörtülü kızların okuması, iyi meslekler edinmesi mevcut seçkinciliği yırtacak en önemli etkendi. Kadınların okumadığı bir muhafazakarlık asla merkezi dönüştüremezdi.
İşte bu yüzden 28 Şubat’ın en dirençli olduğu konu başörtüsü oldu. Çünkü toplumun yüzde 70’ini muhafazakarların oluşturduğu bir toplumda rol modellerin değişmesi dikey bir hareketliliği de kaçınılmaz kılacaktır. Bu, Kemalist-laik kastı yırtacak en güçlü olgudur, nitekim Türkiye artık böyle bir değişim içindedir.
28 Şubat’ta Gülen Cemaati
28 Şubat’ın muktedirleri başörtüsünü yasaklayınca Fethullah Gülen cemaate mensup kızlara başlarını açmalarını salık vermişti. Cemaatin eğitim kurumları başörtüsü yasağını devletten önce uygulayacak kadar tedbirliydi. MGK’da alınan “İslam’ı geriletme” önlemleri, “devletimiz herşeyin en iyisini bilir” yaklaşımıyla karşılanmıştı. Gülen bu süreçte bir iddiaya göre Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in hakkında soruşturma açtığı haberleri üzerine, bir iddiaya göre ise Ecevit’in ısrarı ile tedavi için ABD’ye gitti.
Fethullah Gülen o günden beri Pensilvanya’da ikamet ediyor.
Bu süre içinde Cemaat küreselleşti. ABD merkezli bir yapı arzetmeye başladı. 2002’den sonra ise ülke içinde ve dışında hızlı bir büyüme evresine girdi. Önemli bir ekonomik ve siyasi güç devşirdi.
17 Aralık’ta Gülen cemaati
İlk kez 7 Şubat MİT kriziyle farkettiğimiz ‘paralel yapı’ 17 Aralık’tan itibaren hükümete darbe teşebbüsünde bulunuyor.
Kriptolu telefonların dinlenmesi, Başbakan’ın çalışma ofisi ve evine böcek yerleştirilmesi, MİT TIR’larının durdurulması gibi hamleleri itibariyle söz konusu yapı bir milli güvenlik sorunu olarak mütalaa edilmeye başlandı. Süreç başladığından bu yana Cemaat medyasının yargı ve emniyetteki parallel yapılanmanın avukatlığını yapması ve bizzat Fethullah Gülen’in neredeyse operasyonu yönetircesine sahiplenmesi, cemaat ve paralel yapı arasında kuvvetli bir bağ kurulmasına yol açtı.
“Ayrıştırın kendinizi” ikazlarına rağmen bu böyle oldu.
Şimdi ise MGK’da alınmış olan bir karar üzerinden 28 Şubat benzetmesi yapıyor cemaat medyası.
28 Şubat’la bugün arasında bir benzerlik var, evet. Ama bu, seçilmiş hükümetin siyaset dışı yollarla devrilmeye çalışılmasıyla ilgilidir.
28 Şubat’ta ordu, dönemin medyasını da arkasına alarak yapıyordu bunu. Tabii başta CHP olmak üzere diğer siyasi partiler de sürece odun taşıyordu.
Bugün aynı şeyi ordu gücü ile değil emniyet ve yargıdaki gizli yapılanması ile cemaat yapıyor gözüküyor.
Hükümetten ve siyasetten yana tavır alan bir kaç medya kuruluşu dışında cemaatin “öz medyası” ve başta Doğan grubu olmak üzere irili ufaklı geniş bir medya ordusu hükümeti düşürme operasyonuna bütün gücüyle destek veriyor.
Kılıçdaroğlu, illegal ve montajlı kasetleri Meclis’te dinleterek siyasi ahlakı zaafa uğratıyor.
CHP’nin sadece vizyonunu değil gelmiş geçmiş liderlik çıtasını da ayaklar altına alıyor.
Cemaat medyası ise 28 Şubat’ta ağlamamışken şimdi ağlıyor.
Fakat kim mağdur kim değil, çok net gözüküyor.
Şimdi görmek istemeyenler, 31 Mart sabahını beklesinler.