Bu ülkede bir ayrışmadan bahsedilecekse eğer, darbelere karşı alınan tutumdan bahsedilmeli.
1960 darbesine bakış ve sonuçlarıyla yüzleşme konusunda nasıl giderilmeyen bir ayrışma varsa; toplumsal bir kesim nasıl hala fiili bir askeri darbeyi devrim olarak niteliyor, darbecilerin tesis ettiği düzeni ve yazdırdığı anayasayı yüceltiyorsa, diğer demokrasi dışı müdahalelerde de oldu aynı şey.
İlk serbest seçimlerde oyların yüzde 53’ünü, 1954 seçimlerinde yüzde 58’ini almış olan Menderes’in asılmasını “hak etmişti” diye değerlendiren anlayış, sonraki müdahalelere de benzer gerekçeler üretti.
71 muhtırasında “asker görevini yaptı çünkü AP sivil faşizme kaymıştı”; 80 darbesinde “anarşi kol geziyor, siyasetçiler ülkeyi yönetemiyordu” diyenler 28 Şubat’ta da “Our boys başka ne yapsındı, Kuran kurslarında kızlar başörtüsüyle ilahi söylüyor, Erbakan bazı hocalara şeyhlere Başbakanlık konutunda iftar veriyordu, irtica bu kez kesin geliyordu” diyordu.
28 Şubat’ta hükümeti düşürdüler. Refah Partisi'ni ve sonrasında kurulan Fazilet Partisi’ni kapattılar. Siyasetçilerini, sermayesini, medyasını, sivil toplumunu dolayısıyla dindar kesimin meşru birikimini biçtiler. İnsan sermayesini “olağan şüpheliler” diye etiketlediler. İşten okuldan atılan, kamusal alan dışına itilen ve “siyasi bir simgeyi inadına başının üstünde taşıyor” diye işaretlenen kadınlara, rezil bir piyesin içinde medyatikleştirdikleri “Fadime Şahin” muamelesi çekmeye kalktılar. Erkeklerine de Müslüm Gündüz…
Dindar kesimin bu zulmetle ve zilletle nasıl baş ettiği, neyi nasıl aştığı ya da aşamadığı ayrı bir yazının konusu. Benim dikkat çekmek istediğim nokta, 27 Nisan e-muhtırasının ve 15 Temmuz darbe girişiminin akamete uğratılmasını sağlayan temel direncin nereden geldiği ve nereden gelmediği.
Adını koyalım, açık konuşalım. 28 Şubat’ın Türkiye’de gerçekleşmiş son darbe olmasını sağlayan şey, 28 Şubat’ta hedef seçilerek darbeye maruz kalan toplumsal kesimin dirayetidir. Çevrede tutulmak, merkeze gelişi engellenmek istenen toplumsal kesimin, dindar-muhafazakar orta sınıfın siyasi ve ahlaki tercihidir. Onun dışındakilerde hep bir hazıra konma hali var.
Artık kanıksadık. Bir siyasi partiye ya da lidere yönelikmiş gibi görünse de hedefe Türkiye’nin konduğu bir darbe geliyorken, darbe atmosferi oluşsun diye müsait partiler, medyatik kişiler, medyalar harekete geçirilirken tavır almayanlar, bilakis destek atanlar, darbe savuşturulduktan sonra da hiçbir sorumluluk almıyorlar. Darbe karşıtı mitinge bin bir nazla gelip 10 gün sonra darbeye “tiyatro” demeye, darbecilerin argümanlarını tekrar etmeye başlıyorlar. 15 Temmuz sonrasında olan bu. 28 Şubat’la yüzleşmek, hesaplaşmak mevzuu baştan sona böyle.
Evet, 28 Şubat diğer darbelerden farklı olarak sadece toplumun bir kesimine, dindarlara yapılmış bir darbeydi ama bu darbe sayesinde açıldı FETÖ’nün önü.
“Gizli ajandaları var, devleti ele geçirecekler” diye suçlanan, hal bu ki anayasal haklarını gayet şeffaf bir şekilde meşru alanlarda kullanan siyasiler, memurlar, başörtülü kadınlar-kızlar, çocuklar her yerden kapı dışarı edilirken CIA mamülü Fetullah Gülen’e her kapı cömertçe açılmıştı.
Bu gerçeği bu ülkenin tamamının görmesi, 28 Şubat’ın hesabını darbecilerden hep birlikte sorması gerekmez mi? CHP yahut Aydın Doğan medyası neden 28 Şubat’ta bu ülkeden çalınan 381 milyar doların kimlerin cebine girdiğinin peşine düşmez?
Neden 28 Şubat’la hesaplaşmak bizzat o darbeye maruz kalmış, o travmayla baş etmeye çalışmış ve edindiği tecrübeyle sonradan denenen darbe teşebbüslerine karşı can feda ederek karşı koyan kesimlerin boynuna yükleniyor?
CHP ne zaman sözde değil özde darbe karşıtı olacak? Yaşam tarzı savunucuları keza. 28 Şubat’ta insanların en temel haklarının gasp edildiğini ama ona rağmen bir kaldırım taşını dahi sökmeden ve kimseye karşı nefret suçu işlemeden meşru, hukuki, demokratik yollarla hak aradıklarını görüp bundan ders alacak?
21 yıl geçti aradan. Hala bekliyoruz.