Dün 28 Şubat'ın 27. yıldönümüydü.
Milli irade, ülkenin idaresine hâkim olmasın, Türkiye ABD'nin, NATO'nun, Batının boyunduruğundan çıkmasın diye 1960'den itibaren her on yılda bir tekrarlanan ve adına da "balans ayarı" denen darbelerin "milenyum"a üç yıl kala sahneye konulan versiyonuydu 28 Şubat.
Yani öncekiler kadar kaba saba değildi.
Bu defa darbeciler darbe şartlarının olgunlaşması, darbe suçunun perdelenmesi için işveren örgütlerini, sendikaları, üniversiteleri ve medyayı da kullanmıştı.
Ya da tam tersi. Sivil görünümlü vesayet odakları vesayet düzeninin devamı için askeri kullanıyordu!
PAROLA: RAKI GETİR EVLADIM
İlk huzursuzluk Refahyol Hükümeti daha ikinci ayındayken başladı.
Hükümet 28 Haziran'da güç bela kurulmuştu ama darbeciler Ağustos'taki YAŞ toplantılarında "rakı getir evladım" parolasıyla harekete geçmişti bile.
Sonrası zaten zincirleme reaksiyon.
Şeriat tehlikesi aniden baş gösterdi.
Türkiye İran mı olacaktı!
Açıklamalar, demeçler, tehditler ardı arkasına...
Darbe kazanının altına sürülen ilk malzeme yargıdan geldi. Adli yıl açılışında anayasayı, milli iradeyi, insan hak ve özgürlüklerini çiğnemenin kılıfı sunuldu zinde kuvvetlere.
Bu defa darbenin ana fikri "laikliğin önemi ve şeriat tehlikesi" olacaktı.
Yargıtay ve Barolar Birliği bildiriler, demeçler yayınladılar.
DEVLET SOYGUNU ENGELLLENİNCE...
Rantiye ekonomisinin baş aktörü, namı diğer "patronlar kulübü" TÜSİAD "ekonomi kötüye gidiyor" gerekçesiyle erken seçim istedi.
Oysa çalışanların durumu gayet iyiydi!
Başbakan Erbakan işçiye, memura, emekliye ve hatta askere cumhuriyet tarihinin en yüksek zammını vermişti.
Ve TÜSİAD rahatsızdı bundan...
Çünkü Erbakan, devletin özel bankalardan yüksek faizle borçlandırılmasına son vermiş ve kamu bankalarıyla KİT gelirlerini aynı havuzda toplayarak çaldırmadığı kamu kaynaklarını çalışan lehine kullanmıştı.
SENDİKALAR PATRONLARLA ELELE
Darbe için "gerek şart" oluşmuştu yani!
Tanrılar kurban istiyordu lakin bir gariplik vardı burada!
Soygun düzenine alışmış patronların huzursuzluğu anlaşılabilirdi ama işçi temsilcilerine de ne oluyordu!
Önceki darbelerde bırakın zam talebini, maaşlar vaktinde ödensin diye grevlerle, lokavtlarla darbeciye gel gel yapan sendikalar bu defa yüksek zamlardan sonra "hükümet istifa" diye bağırıyordu.
Sonradan "beşli çete" diye anılan, dönemin TOBB, TİSK, TESK, DİSK ve Türk-İş yönetimi Erbakan hükümetini istifaya zorlamak için gazetelere tam sayfa ilan verdiler.
Hepsi de aynı kalıp cümlelerle irtica tehdidinden bahsediyor, "ordu göreve" diyordu.
İRTİCA BRİFİNGLERİ
İçine koysan alan torba usulü bir "laik-yobaz şablonu" üretilmişti.
Darbeci askerlerin oluşturduğu Batı Çalışma Grubu çalışıyordu.
Düzenlenen irtica brifingleriyle yargı mensuplarına, medya temsilcilerine, iş çevrelerine, akademisyenlere, sivil topluma başörtülü kızların, imam hatiplilerin, Kuran Kursu'na giden çocukların PKK'dan bile tehlikeli olduğunu anlatıyorlardı.
Suç ortaklarına bunu anlatmak kolaydı ama toplum nasıl ikna edilecekti?
İşte orada medya girdi devreye!
MEDYANIN GÜNAHI ÇOK BÜYÜK
Devleti özel bankalar eliyle soyamayan patronlar arasında medya patronları da vardı.
Hürriyet, Milliyet ve Kanal D'nin sahibi Aydın Doğan, ATV, Sabah ve Yeni Yüzyıl'ın sahibi Dinç Bilgin, Show TV'nin sahibi Erol Aksoy, Posta gazetesinin sahibi Mehmet Ali Yalçındağ, Star'ın sahibi Cem Uzan vd.
Özel televizyon kanalları yayına gireli daha 4-5 yıl olmuştu. Ekranlarda hiçbir kural, ahlaki çekince, yayıncılık ilkesi falan yoktu.
Şiddet, cinsellik, kötü örneklik, her türlü melanet janjanlı şekilde akar giderdi. Sıra haberlere gelince ekranlar, manşetler karanlık bir Türkiye çizerdi.
Uğur Dündar, Ertuğrul Özkök, Fatih Çekirge, Ali Kırca, Reha Muhtar, Zafer Mutlu, İsmet Berkan, Ergun Babahan, Yılmaz Özdil, Mustafa Balbay, Murat Yetkin, Ayşenur Arslan ve benzerleri gönderdikleri muhabirlerle sokak aralarında imam hatipli öğrencileri kovalardı.
DİNDARLARI HEDEF SEÇTİLER
Çocuklar takkeliyken, namaz kılarken alınacak bir fotoğraf ertesi gün gazete manşetlerine "irticanın resmi" olarak yansırdı.
Yahut yaşıtlarıyla girdikleri sınavda kazandığı okula sadece başörtülü olduğu için kaydı yapılmayan ya da üst sınıftaysa kaydı yenilenmediği için kuluna giremeyen dolayısıyla gözyaşlarıyla kaldırımlarda hak arayan genç kızları tehdit gibi gösterecek her şey!
Ama bir süre sonra "kimse yemedi tabii bu yemi"!
İşte zaman dindar, muhafazakâr insanları toplum önünde utandırmak, başı dik hak arayan başörtülüleri zan altında bırakan bir kurgu girdi devreye.
Gerçek ya da kurgu olması değil işlevi önemsenen Müslüm Gündüz-Fadime Şahin-Ali Kalkancı aşk üçgeni bir anda ekranları, manşetleri doldurdu.
Tiksindiren bir dizi rezillik ortaya saçıldı.
DARBE SONUÇLANDI: HÜKÜMET DÜŞTÜ
Sonunda istenen oldu: Hükümet düştü!
Başörtülü kızlar okullarından atıldılar. Hayatları geri döndürülmez biçimdi ortasından kırıldı, hakları ve hayalleri çalındı.
İmam hatipli çocuklar kat sayı kısıtlaması yüzünden kazanabilecekleri okullara değil daha düşük puanlı okullara gönderilerek cezalandırıldılar.
Yeşil sermaye denilen muhafazakâr Anadolu sermayesinin beli kırıldı.
Kamudan ve ordudan atılanlar. Sürülenler. Suçlu durumuna düşürülenler...
Refah Partisi ve sonradan açılan Fazilet Partisi kapatıldı. Milletin oyuyla Meclis'e gönderilen Merve Kavakçı başörtülü olduğu için yuhalanarak Meclisten kovuldu.
Bunu yapanlar evet sahnedeki silahlı darbecilerdi.
Ama arkalarında yüksek yargı vardı. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay...
YÖK vardı. Kemal Gürün, Kemal Alemdaroğlu ve psikolojik işkenceci Nur Serter vardı. Necla Arat vardı. Türkan Saylan vardı vesaire. Medya vardı, iş çevreleri, işçi örgütleri vardı.
DARBECİ KOMUTANLARIN RÜTBELERİ SÖKÜLDÜ
Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat darbesi çok şükür milletin iradesi, Erdoğan'ın liderliği ve AK Parti'nin kurumsal varlığıyla geride kaldı, izler silinebildiği kadar silindi.
Darbeci askerleri yargıladık da sonradan.
Hüküm giydiler. Rütbeleri söküldü hatta. Kudretli komutanlar er statüsüne düştüler. Bazıları hapis yattı, bazıları bunamadan dolayı dışarda öldü.
Fakat!
Sivil ayak orada duruyor hala.
DARBECİ SİVİLLER ARAMIZDA!
Pişman olanı, nedamet getireni pek az sivil ayakta. Çoğu hala fırsat kolluyor.
Suçlulara kol kanat germe partisine dönen CHP ve vaktiyle DSP darbenin sivil ayağından pek çok ismi Meclise taşıdı hatta. Bayraklaştırdı.
27 yılın ardından çoğu etki alanını kaybetti evet. Savruldukları uçlarda kendi çapında devlet-millet düşmanlığı yapmaya devam ediyor.
Ancak Nur Serter, Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı gibi bazılarına hesabı sorulmalıydı yaptıklarının.
Hakları teslim edilmedi, yargılamayı hak edecek kadar suç ortağıydılar oysa darbenin.
Arkalarından "iyi bilmezdik!" diyeceğimiz güne kalmış gibi görünüyor hesapları.