Darbeler, muhtıralar, andıçlar, fişlemeler, planlar, hesaplar, kitaplar, Ergenekonlar, Balyozlar tarihinin hukukla hesaplaştırılmaya en ziyade müstehak olanlarının başında 28 Şubat gelir...
28 Şubat, iktidara doğrudan el koymadan iktidar olmanın ve arzu edilen neticeleri elde etmenin modelidir. Ülkenin bir kısmı seyrederken diğer kısmını siyaset, toplum, ekonomi ve medya sahasından sürmenin hikayesidir. Korku ve yalan cumhuriyetinin tam adı; 28 Şubat rejimidir.
Her şey silahlı kuvvetlerin lokomotifliğinde yargı, siyaset, iş dünyası, bazı yarı sivil kuruluşlar ve illa da medyanın ittifakıyla yapılmıştır.
Partiler kapatılmış, siyasetçiler yasaklanmış, genç kızlar eğitim hakkından mahrum bırakılmış, erkekler, kadınlar inançları dolayısıyla takibata uğramış, aydınlar itibarsızlaşmaya maruz bırakılmış ve daha birçok şey...
O karanlıkta, kimi işadamları darbe safında olmaktan dolayı ödüllendirilirken, kimi medya kuruluşları da verdikleri desteğin ödülünü fazlasıyla almışlardır. Bankaların içinin boşaltıldığı, Anadolu sermayedarı olmanın “yeşil” renkle kodlandığı dönem de yine 28 Şubat’tır. Sadece başörtüleri nedeniyle insanların askeri hastanelere alınmadıkları veya başörtülü kadınların hasta yakınlarını ziyaret dahi edemedikleri dönemin adı da...
Batı Çalışma Grubu namıyla maruf ordu içindeki bir hücre insafı ve izanı ayaklar altına alarak bu ülkenin vatandaşlarını fişlerken ve takip ederken de atmosfer yine 28 Şubat’tı.
Bir kudret ittifakı, siyasete, topluma, gençlere, medyaya, sivil topluma vs. şekil vermeye teşebbüs etmiş ve bir ölçüde de muvaffak olmuştur. Birtakım generaller ve onların gönüllü destekçileri elbirliğiyle koskoca bir ülkeyi hissedilir ve görünür bir şekilde korkutmuştur.
Bugün, ülkenin yaşadığı inanılması zor değişim zaten zayıf olan hafızalarımızı iyiden iyiye köreltmiş olduğu için o günleri anlamakta ve kavramakta zorlanabiliriz. Neticede demokrasi ve millet iradesi galebe çaldığı için 28 Şubat nizamını hatırlamak bazılarımız için keyif kaçırıcı bile olabilir.
Ancak, Türkiye’nin sahici bir
arınma sürecinde olup olmadığının turnusol kağıdı, 28 Şubat’ın yargı önüne çıkarılmasıydı. 12 Eylül’ü yargılamaya başlayan bir ülke daha yakın ve dumanı üzerinde tüten bir darbe girişimini ıskalayamazdı. Iskalasa, kimseyi arındığına inandıramazdı.
Şimdi bu oluyor ve kibirli, şımarık, kuralsız 28 Şubat yargılanıyor.
28 Şubat’ı yargılamak rövanş değildir.
Zira, bu meş’um tarihin rövanşı var idiyse 12 Eylül 2010 referandumunda millet marifetiyle zaten alınmıştır. 13 Eylül sabahı, 28 Şubat da onu var eden güçler de hepsi birden tarihe gömülmüştür. O gün, darbecilerin, andıççıların, Ergenekoncular’ın değil demokrasinin ülkesi kazanmış ve adı da Yeni Türkiye olmuştur.
Bugün ise, Yeni Türkiye’nin yapması gereken yapılıyor.
Tarihi boyunca ilk kez son dört yıldır darbeleri ve derin devlet ilişkilerini yargılama tecrübesi kazanan yargı sınıfı marifetiyle yapılıyor. 28 Şubat’ın kudretli subayları yeni edinilmiş bu tecrübenin ışığında hukukun muhatabı oluyor.
Bununla birlikte ve bu sebepten dolayı savcıların, hakimlerin omzunda ağır bir yük vardır. Şimdiye kadar görülen benzeri davalarda yapılan hataları tekrarlamadan, temiz, pürüzsüz ve geride soru işareti bırakmayan bir örnek yargılama yapmak zorundadırlar.
Örnek olsun ki, bir daha değil
darbenin kapağını açanlar, aklından bile geçirenler o örneği aklına getirebilsinler.