28 Şubat "1000" yıl sürmedi. Sürmeyecek de. Ama etkileri azalsa da bakiye bıraktığı birtakım sorunlar halen çözülemedi... Failler, işbirlikçiler, gerçekler gün yüzüne tam olarak çıkmış değil. Herkes "darbeye odaklanmışken" nelerin yapıldığı, bu meşguliyetten kimlerin nasıl istifade ettiği halen muğlak.
"Tam olarak çözüldü" diyemeyeceğimiz bir sorun da başörtüsü meselesidir. Şimdilerde konunun birtakım mevzuat değişiklikleri ile bir merhaleye ulaştığını kabul etmekle beraber, bu sorunda "bahar havası" estiren esas gücün "iktidarın varlığı" olduğunu unutmayalım. Eleştirenin de sevmeyenin de bu hakkı teslim etmesi gerekiyor.
Bir hukukçu olarak tahlillerim ağırlıklı olarak bu minvalde seyrediyor. Buna azami dikkat ediyorum. Başörtüsü konusuna da bu açıdan bakıyorum ve halen yerli yerine oturmamış bir sistematik görüyorum. Nasıl mı? İzah edeyim.
Sorun, yasal değil anayasal düzeyde...
Hepimizin hatırlayacağı gibi başörtüsünün yükseköğretimde serbest bırakılmasını içeren Anayasa'nın 10 ve 42. maddelerine dair kanun TBMM'de 411 gibi rekor bir oyla kabul edilmişti. Ardından CHP bu kanunun, (yani 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun) 1'inci ve 2'nci maddelerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu.
Bu başvuru sonucunda verilen kararın bir farkı vardı. Daha önce benzeri durumlar AYM'ye taşınmıştı. Ama bunlar birer kanun değişikliği idi. Bu sefer AYM'ye "Anayasa değişikliği" iptal edilmek üzere götürülmüştü!.. Herkes AYM bu konuyu incelemez diye düşünürken AYM "Meclis ilk dört maddenin ruhuna aykırı yasa yapamaz", "bu anayasa değişikliği laiklik ilkesine aykırıdır" şeklinde karar verdi. Böylece sorun bu andan itibaren yasal sorun olmaktan çıkıp anayasal sorun düzlemine taşınmıştı.
Risk var...
Hukuk tekniği açısından meseleye bakarsak Anayasa Mahkemesi'nin meseleyi laiklik ilkesine bağlayan içtihadı ortada iken çıkarılacak bir kanunun TBMM üyelerinin tamamı onay verse ve sonrasında siyasi partiler ve diğer ilgililer iptal davası açmadan kesinleşse bile; konunun bir başka zamanda somut norm denetimi (yani yerel mahkemede görülen davada yapılacak "anayasaya aykırılık" itirazının kabul edilmesi) ile meselenin Anayasa Mahkemesine taşınması mümkün. O tarihteki Anayasa Mahkemesi üyelerinin belirttiğimiz karara atıf yaparak kanunu iptal etmesi ise basit bir iş!..
Çözüm ne!
Sorunu geçen 27 yıla rağmen tahkim edilmiş ve güçlü bir normatif güvenceye kavuşturamadık. Çözümü bu nedenle kaynağında yani Anayasa'dan başka yerde arayamayız.
Aliya İzzetbegoviç "Ne yaparsanız yapın, soykırımı unutmayın, unutulan soykırım tekrarlanır" diyor. Darbeler de böyle. Unutulan darbe tekrarlanır. Darbenin dinamiklerinin halen var olduğunu en yakın zamanda gördük. 15 Temmuz'dan önce "Türkiye'de darbe olmaz" deniyordu. Ve bir gece o karanlığa uyandık hep birlikte. Millet, devletine sahip çıktı... 28 Şubat zihniyetinin dinamiğinin zayıfladığı aşikâr ancak bitmiş değil bunu da görmek lazım. Dindarlığı, mütedeyyin olmayı kendi zihninde "irtica" olarak kodlayanlar hala var...
Meselenin neşet ettiği başörtüsü meselesi bu işin simgesi adeta. Bu konunun anayasada çözülmesi şart. Bu gereklilik sadece başörtüsü olanlar için bir güvence içermiyor... Giyim ve kuşamı nedeniyle hiç kimsenin temel haklardan yoksun kalmaması için önemli. Türkiye'nin şartları bazı kavramların ne anlama geldiğini tanımlamakla sorunun çözülemeyeceğini gösteriyor. Yapılması gereken laikliğin esas olduğu ülkemizde, bu kavramın nasıl yorumlanamayacağını düzenleyen bir anayasa maddesi üretmektir... Bu durum iktidarın değil milli muhalefet olmak isteyenlerin öncelikli görevidir. Bakiyeyi silmek, kendini affettirmek için bu soruna sebep olanların adım atması gerekir...