Behiye Karadeniz, Zühre Kınık, Hülya Öztaş...Onları 1995 yılında Cumhuriyet Üniversitesi'nin Hemşirelik Yüksekokulundaki mezuniyet töreninden hatırlıyoruz. Behiye, okul birincisiydi ama örtülü olduğu gerekçesiyle törene alınmıyordu. Arkadaşlarıyla birlikte sahneye çıktıkları o anı saniye saniye hatırlıyorum, hatta biraz ateşlensem bugün bile halen rüyama girer, örtü yasağına maruz kaldığımız arkadaşlarımla fakülte koridorlarında nefes nefese koşarken görürüm kendimi, giderek büyüyen ve altında kaldığım sınav kağıtlarının üstüne kocaman "T" harfi çizilir, tesettürlünün T'siydi bu, sınav kağıtlarımıza yazarlardı, biraz ateşim çıksa, hala girer düşüme...
Ateşli günlerdi...
Limonata pasta getirmişler. Mezuniyet için. Sivas'taki hemşire kızların en mutlu günlerine. Ama işte içlerinden üçünü almıyorlar törene. Behiye ise mikrofonu kaptığı gibi, aslında birinci olan benim ama başım örtülü olduğu için beni kürsüye çıkartmıyorlar diyor. Tam o sırada, Behiye ve diğer örtülü kızlara epeyce tepeden bakan korkunç bir kız giriyor devreye. Sivri tırnakları bugün gibi hatırımda, Behiye'nin ağzını kapatıyor, saçlarını, örtüsünü çekeliyor, başından kebini kopartıp çıkartıyor. Rezilce bir hal...
Ama daha rezil olanı şu: Herkes seyrediyor. Sanki normal birşeye bakar gibi. Koskoca üniversite hocaları. Kızlarını alkışlamaya gelmiş ana babalar. Hepsi seyrediyorlar. Hatta bu ortalık karıştırıcılar da nereden çıktı diyerek, çıkçıkçık ediyorlar, dudak büküyorlar. Behiye ve arkadaşları isyan içinde ağlaşırken, onlar utanmadan limonata içilecek odaya gidiyorlar hızlı hızlı. Yaşlı bir adamın sesi işitiliyor, "Kapatın kapıları arkadaşlar almayın onları içeri." Büyüklüğü adiliğinde bir zafer! Limonata kuru pasta yok örtülü kızlara...
Şu "hepsi seyrettiler" bahsine bir parantez açalım. 1989'da Üsküdar vapurunda "bir de üniversiteliyim diye ellerine kitap alırlar" naraları eşliğinde beni tartaklayarak kitaplarımı hırsla yerlere saçan kadına da böyle bakakalmıştı vapur yolcuları. Sadece seyrediyorlardı çıt çıkartmadan. İskeleden fakülteye kadar hiç durmadan koştuğumu hatırlıyorum. (Öyle zannediyorum ki ben bir daha hiç durmadım) Okulun önünde baygınlık geçiren arkadaşımızı örtülüdür diye hastaneye sokmuyorlardı, sırtımızda birkaç hastane dolandırdık, o zaman da seyrediyorlardı bizi. Herkesin gözü önünde, örtülüyüm diye belediye otobüsünden indirilirken de... Herkes sadece seyrediyordu...
***
Bugünse 28 Şubat'ı neredeyse karnavalesk bir tarzda kutluyoruz. Evet yanlış yazmadım kutluyoruz. 28 Şubatı yaşamış birisi olarak, hafta yaklaştığında yüzlerce davet alıyorum her yandan. Sahici bulduklarım içinden, gençlere ibret olacağını düşündüğüm sadece bir tanesine katılıyorum. Bu sene Bezmialem Valide Sultan Üniversitesi öğrencileriyle beraberdim. İkna odaları anlatılırken feci bir üşüme tuttu beni. Böyle oluyorum donuyorum. Nasıl donmayım?
Benim arkadaşlarım hayatlarını kaybetti bu uğurda... Hepsi gözlerimin önünden geçiyor bir bir...
Ve 28 Şubat'ı kendileri için bir yükselme, kariyer planı olarak görenler maalesef, bu işi karnavala çevirenler de onlar. Oysa gerek başörtüsü yasaklarına gerekse 28 Şubat baskılarına göğüs gerenler, buna Allah'a olan inançlarının bir gereği olarak bakmışlardı da dik durmuşlardı. Yani bunun bir bedeli bir karşılığı var diyerek değil... Oysa bugün maalesef, inşaattan siyasete, 28 Şubat mağduriyeti gayet kullanışlı bir kariyerizme dönüştürülmüş halde bazılarınca...
Sadece başörtülü kızlar değil. İmam Hatiplerin özellikle 2000/2002 mezunu erkek öğrencilerinin biçildiği dönemlerdir o günler. Herkes örtülü kız öğrencilere dikkat kesilip onlar için alternatif imkanlar kurmaya çalışırken erkek İmam Hatipliler sessizce gıkları bile çıkmadan dayandılar her türlü dışlanmaya. Tezgahtarlık, şantiye bekçiliği gibi iş bulurlarsa için için sevinirlerdi... Onları ve suskunluklarını yazmadı hiçbir tarih...
Soruyorlar, Behiye Karadeniz niye suskun, niçin konuşmuyor diye... Ben söyleyeyim... İçinden gelmiyordur artık konuşmak. Ve belki ruhu kırılmıştır, üşümüş, donmuştur. İncitmişizdir. Bazılarımız için her gün 28 Şubat...