Türk modernleşmesinin ana karakterini ne oluşturur diye sorulsa herhalde ilk akla gelenlerden olur darbeler. Cumhuriyet tarihini bir darbeler tarihi olarak da okumak mümkün. Handiyse genlerimize işlemiş bir kötülük olarak büyük büyük dedelerimizden çocuklarımıza kadar darbe yaşamayan nesil yok. En son 15 Temmuz'u bizim nesil çocuklarımızla birlikte 'idrak' ettik. Umuyoruz ki torunlarımıza iradelerinin gasp edilmediği bir Cumhuriyet bırakalım. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı millet olma şuurunun ve demokrasi bilincinin her şeyin üstünde tutulduğu bir 'Türkiye Yüzyılı' olur.
***15 Temmuz darbe girişimini milletçe bertaraf edebilmiş olmamız bu konuda bizi ümitli kılıyor. O gece ve akabindeki süreçte ilkleri başardık. Bir kere siyaset, medya ve vatandaşlar birlik olarak darbeye karşı geldi. Bu daha önceki hiçbir darbede başarabildiğimiz bir şey değildi. Bu ilk sayesinde darbeciler suç üstü derdest edilebildi ve ilk kez gerçek anlamda bir darbe yargılaması gerçekleştirdik. Daha önce sembolik diyebileceğimiz bir 12 Eylül davası söz konusu olmuştu. Sonrasında ise çok tartışmalı bir şekilde 28 Şubat davası görüldü.
FETÖ yapılanmasının 'seküler güçlerle' işbirliğine giriştiği dönemde darbecilerin canını çok da acıtmamak üzere hazırladığı bir iddianame ile görüldü. Darbenin kurmay takımı arsızca "Yaptık, bugün olsa yine yaparız" diyerek kendini savundu. Darbenin en önemli unsurunu oluşturan medya ayağı ise hiç yargılanmadı. Karargahta brifing alanlar, aldıkları emrin hakkını misliyle verircesine manşetler atanlar yargılanmak şöyle dursun utandırılamadılar bile. Pek çoğu hala muteber gazeteci edasıyla başköşelerde ağırlanıyor. Başörtülü kadınlara ağız dolusu hakaret edenler hala insan içine çıkabiliyor.
***Adına "post-modern darbe" denilerek, "tam da darbe değildi sadece balans ayarıydı" algısı ile hafifletilmeye çalışılan 28 Şubat, adlı adınca bir darbeydi. Evet 27 Mayıs gibi başbakan ve bakanlar idam edilmedi. Ya da 12 Eylül gibi çatışmalı olmadı çünkü sokakta silahlı sol örgütler yoktu. Siyaset dışında hiçbir yolu mübah görmeyen bir yönetime karşı ve başörtülerinden dolayı vatandaşlık haklarından mahrum bırakılmalarına itiraz eden kadınlara karşı yapıldı.
Yine de tanklar caddelere çıkarıldı, yine de idamla yargılanan niceler oldu. Ve en korkuncu ise milyonlarca insan başörtüsü yasağı ve katsayı engeli dolayısıyla ya hayatları tümden mahvedildi ya da hayata 5-0 dezavantajlı başladı. Bu insanlar hayatları resmen çalındı.
Adına 28 Şubat darbesi desek de bir tarihle ansak da öncesi ve sonrasıyla yıllara sari bir yok etme politikasının adıdır esasında 28 Şubat. Ki bu yüzden darbenin icracıları "1000 yıl sürecek" demiştir.
28 Şubat'ı diğer darbelerden ayıran neydi diye soralım ve yazının başına dönelim:
28 Şubat sadece siyasi iktidara, ve siyasi kadrolara yapılan bir darbe değildi. 28 Şubat her yönüyle Batılılaşmayı, modernleşmenin tek yolu olarak gören, toplumun dini ve kültürüyle birlikte topyekun batılılaşması gerektiğine inanan "II. Meşruiyet garpçılığının" Cumhuriyete miras bıraktığı, tek parti döneminde Kemalizmle zırhlanan, zaman içinde Atatürk istismarıyla harmanlanan "ucube bir laikliğin" topluma deli gömleği misali giydirilmesi teşebbüsüdür.
*
Artık demode olmuş ve tedavülden kalkmış pozitivizmin müminlerince 1000 yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat, kırıp dökmeyen, şiddeti bir çözüm olarak görmeyen, vandalizme prim vermeyen, Türkiye'den başka mecralardan medet ummayan, ülkesini kimselere şikayet etmeyen, çözümün yine kendi içinde bulacağına inanan güçlü bir sosyolojik dalga ile kırıldı.
15 Temmuz'a göğüs geren de işte o sosyolojik dalga oldu.
Ve tabii ki o sosyolojik dalgayı taşıyan güçlü siyasi irade.