Üniversitelerde asıl ivme Turgut Özal döneminden itibaren başladı desek yanlış olmaz. Özal tarafından açılmaya teşvik edilen üniversitelerin önceki üniversiteler ile aynı bilimsel olgunluğa erişmesi ve bunun kısa bir sürede gerçekleşmesi şaşırtıcı bir durumdu. O dönem itibariyle bu üniversitelerde her gruba ve etnisiteye rastlamak da mümkündü. Özellikle bu dönemde paralel yapının elemanları her gruba yakın durarak zamanla güçlenmeyi basit gibi duran ama iyi uygulanan bir strateji haline dönüştürmeyi başardılar diyebiliriz.
Özal döneminde kurulan üniversitelerin kısa zamanda kendisini ispatlaması birçok çevreyi rahatsız eden faktörlerin başında gelirken 1995’ten itibaren bu üniversiteler (üniversite isimlerini vermiyorum) ordunun baskısı ile YÖK’ün yoğun incelemelerine maruz kaldı. Sonuç ise bulunmaya çalışılan hiçbir olumsuz durumla karşılaşılmaması oldu. Bu esnada akademik gelişmelere eşdeğerde Anadolu’da ekonomik canlanmanın başlaması ile arkasından irtica bahanesi ile 28 Şubat krizi ortaya çıkarıldı.
Bu beş yıllık süreçte araştırıldığında paralel yapının elemanları dışında diğer akademisyenlerin 35. Madde ve irtica ile mücadele adı altında üniversitelerden ilişkisinin tek tek kesildiğini görmek çok da zor değil. Paralel yapıya mensup öğrencilerin başörtüsünü çıkarmasının yanında buna direnen diğer cemaate mensup akademisyenler ve öğrenciler üniversitelerden tasfiye edilme sürecini yaşamaya başlamışlardı. Füruat/teferruat sözleri ise tam da bu döneme denk geliyordu.
Artık üniversitelerde ne gariptir ki görünürde zıt iki farklı yapı olan ADD ve paralel yapının etkin olduğu yıllar Türkiye’yi bekliyordu. Paralel yapının bu esnada yeterli akademisyen sayısına ulaşmak için doktora ve doçentlik dil sınavlarında ADD ile beraber hareket ettiğini günümüzde birçok akademisyen ortak görüş olarak dile getiriyor.
Ak Parti iktidarı ile beraber açılan birçok üniversitede daha önceden güçlenme adına hazırlıklarını bitiren ADD ve paralel yapı yabancı dil sınavlarında yapılan usulsüzlüklerle yeni açılan üniversitelerde sol ve paralel ağırlıklı bir kadro oluşumunu tamamladılar desek yeridir. Enteresan olan paralel yapının artık bu süreçten sonra hiçbir sağ veya dini görüşe sahip yapıya eğer kendinden değilse üniversitelerde asla kadrolaşma hakkını tanımaması ve hak hukuk terazisini göstermemesi adına her usulsüzlüğü açıkça göstermiş olmasıdır. Paralel yapının bu sistemine karşılık sol görüşe mensup akademik yapılanmaların paralel
yapı ile çatışmadan kendi hâkimiyetinde olan üniversitelerde bazı terör gruplarından akademisyen devşirmesi de bu döneme denk gelir.
Yabancı dil sınavlarında yapılan usulsüzlükler bu ülkede araştırılmadı. KPSS’de yapılan usulsüzlükler ise hala yargıda. Dil sınavını geçemeyen ama geçirilen birçok kişi üniversitelerin şu an ar-ge noktalarında yer alırken hakkı ile geçenler nerede diye sormak artık abes geliyor. Bunun yanında PKK terör örgütüne destek verenlerin akademisyen olarak taltif edildiği birçok durumu önceki yazılarımız da dile getirmiştik.
28 Şubat irtica hikâyesi ile başlatılan bir düzen akademileri belli gruplara devir etme sürecinin aslında ilk adımıydı. Arkası sonraki yıllarda da geldi. Ve 17 Aralık sürecine kadar da açıktan süren bu yapılanmanın gizliden ise halen devam etmediğinin hiçbir garantisi yok. Yani olan yine bu ülkenin emeği ile bir yerlere gelmeye çalışan evlatlarına oluyor. Dini yapılanmalardan sol gruplara kadar kimse ne hak ne de hukuk dinliyor.