28 Şubat sürecinde Türkiye'nin uğradığı zarar ve dindarların maruz kaldığı mağduriyet hiçbir darbe döneminde yaşanmadığı kadar fazlaydı.
Evet, silah kullanılmamıştı post modern bir darbeydi ama özellikle dindarlar hiçbir dönemde bu kadar hak ihlaline maruz kalmamışlardı.
Emperyalistler Türkiye'de Erbakan gibi dindar bir başbakandan rahatsızdılar. Özellikle ABD Türkiye'nin yönünün doğuya döndüğü gerekçesiyle çıkarlarının halel gördüğü endişesine kapılmış ve işbirlikçileri eliyle demokrasiye balans ayarı çekmişti.
Bu ayar Amerikancı askerlerin kontrol ve koordinesinde çekilmiş ve Türkiye sadece ekonomide 390 milyar dolar zarara uğratılmıştı. Bu zararın bedelini toplum olarak hep birlikte ödedik.
Ayrıca milletin moral değerlerine karşı yürütülen amansız müdahale ile dindar kesim cumhuriyet tarihinin en büyük mağduriyetine maruz kaldı.
28 Şubat sürecinde Refah Partisi peşinden Fazilet Partisi kapatıldı.
21 vakfın kapısına kilit vuruldu.
396 diyanet görevlisine disiplin cezası verildi 128'i görevden alındı.
331 emniyet mensubu hakkında inceleme başlatıldı, 210 vali ve kaymakam hakkında rapor hazırlandı.
1.635 subay, astsubay ordudan atıldı.
11.000 öğretmen istifa ettirildi. 3.527 öğretmen ise atıldı.
4.625 MEB personeli ve 33.271 öğretmen kılık kıyafet gerekçesiyle fişlendi.
569 askeri personel ve 639 sivil personel atıldı.
2.500 subay ast subay YAŞ kararıyla ihraç edildi.
1 milyondan fazla memura değişik cezalar verildi.
600.000 başörtülü öğrenci okuluna giremedi. Bugün Afganistan'daki kadın haklarından bahseden kesim o zaman bu uygulamayı alkışlıyordu!
12 milyon öğrenci katsayı sebebiyle istediği okula giremedi.
Bir neslin hayatını kararttı 28 şubat süreci.
1.732 Kuran kursu kapatıldı.
7.355 yayın toplatıldı.
Bu sayılar artırılabilir. Bu uygulamaların tamamının gerekçesi irtica idi. İrtica milletin moral değerlerinin adı olmuştu. Asıl gerekçe ise Müslüman halkın dinine olan bağlılığıydı.
28 Şubat süreci siyasetten eğitime, ordudan ekonomiye İslam'la ilişkili ne varsa hepsine açık savaş açmıştı ve kendi itiraflarıyla bir post modern darbeydi.
O günlerde çok mutluydular, 'bin yıl devam edecek' diyorlardı.
Allah onların bu mekrini başlarına geçirdi.
Millet bu sürece tepkisini önce 2002 de AK Parti'yi iktidara taşıyarak koydu. AK Parti iktidarı da milletin verdiği görevi yerine getirdi ve bir yığın mücadeleden sonra darbecilerin yargılanması sağlandı.
12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbecilerinin yargılanması Türk demokrasi tarihinin sessiz devrimlerinden biridir.
Ve nihayet 28 Şubat darbecilerinin kesinleşen mahkûmiyetleri infaz edilmeye başladı.
Bazı meslektaşlarımızın merhamet duygusu kabarmış olmalı ki 80 yaşının üstündeki bu zevatın cumhurbaşkanlığınca affedilmesini gündeme getirdi ve konu tartışılmaya başlandı.
Evet, sağlıkları cezaevinde kalamayacak kadar kötüleşen mahkûmların cumhurbaşkanı tarafından affedilmesini öngören bir yasal uygulama var.
Elbette ki bu yasa o zevat için de geçerlidir. Ancak son karar cumhurbaşkanındadır.
Yalnız, ortada bu zevatın yaptıklarından pişman olmadıkları, af da istemedikleri şeklinde bir meydan okuma var.
Hatta birinin karar kesinleşince bavulunu toplayıp kendi ayaklarıyla giderek teslim olması o meydan okumanın ayrı bir tezahürüdür. Doğrusu onun bu şekilde hareket etmesi kendi davasına sadakati açısından takdir edilecek bir davranıştır. Ama bir bölümünü yukarda saydığım ihlallerin, mağduriyetlerin ve zararların sorumlusu olduğu göz önünde bulundurulursa cezayı hak ettiği kanaati hâkim olur.
Bir meydan okuma da avukatlarından geliyor. Diyor ki avukatları: "Af, işlenmiş suça karşı işleme konur, işlenmemiş bir suçun affı olmaz. Benim tanıdığım komutanlar kesinlikle bu affı istemezler"
28 Şubat sürecinin faillerinin ve avukatlarının yaklaşımı böyle. Adamlar suç işlememiş!
Aslında bu zevat bu meydan okumayı bırakıp 'Evet biz haksızlık ettik, yanlış yaptık, millete haksızlık ettik, devleti zarara uğrattık.' diyerek milletten özür dileseler, inanın ben de adli tıptan sağlık şartları cezaevinde kalmalarına uygun değil raporu verilenler hakkında cumhurbaşkanının af yetkisini kullanmasını düşünürüm, tavsiye de edebilirim.
Ama hâlâ 'suçumuz yok özür de dilemeyiz af da istemiyoruz' diyorlarsa Cumhurbaşkanının da yapacağı bir şey yok demektir!