Ne tuhaf günler. Bir yandan yakın tarihimizin en ahlaksız darbe girişimlerinden birisini, diğer yandan o darbenin en fazla mağdur ettiği lideri, Merhum Necmettin Erbakan’ı anıyoruz.
Birini rahmetle, özlemle ve muhabbetle.
Ya ötekini. Daha doğrusu ötekinin faillerini?
28 Şubat; millet iradesinin ordu, yargı, büyük sermaye ve medyadan oluşan bir şebeke tarafından yok sayıldığı bir dönemin adı olarak tarihte yerini aldı. Milletin seçtiği Başbakan ve hükümeti, az önce saydığım yapı tarafından türlü hileler, manevralar, yalanlar ve operasyonlarla devrildi. İktidarın büyük ortağı olan parti kapatıldı. Hukuk yok sayıldı, onlarca, yüzlerce, binlerce insan mağdur edildi. Milyonların tercihi yok sayıldı.
Şimdi o günlerde bin türlü pisliğin altında imzası olanların pişkinliğini izliyoruz. Sanki tüm bunlar onların elinden çıkmamış gibi, sanki bunca zulmün sahibi kendileri değilmiş gibi davranıyorlar. Bir de o zulme sessiz kalıp şimdi demokrasi havarisi kesilenler var ki, onlara gerçekten söylenecek söz yok.
Varsın olsunlar. Herkesin gideceği yer, nerede durduğu ile belirleniyor. Şükürler olsun ki milletimizin 28 Şubat’ın karanlık odaklarından intikamı çok gecikmedi. Eninde sonunda millet kendi evlatlarını yeniden iktidara taşıdı. Sessizce, kan dökmek bir yana, karıncayı bile incitmeden, sabırla ve elbette sağduyuyla.
***
Şimdi bunları anmak ve anlamak her zamankinden daha önemli. Özellikle de Erbakan’ın çizgisini ve duruşunu. Kendisini rahmetle anarak bu konuda yazdığım bazı satırların altını yeniden çizmek istiyorum.
Necmettin Erbakan, Türk siyasi tarihinin belki de en fazla haksızlığa uğrayan isimlerinden birisi. Onun kadar siyasi hayatımızda derin izler bırakan en fazla bir ya da iki aktörden söz etmek mümkün olabilir.
Bugün ne yazık ki onun siyasi hayatımıza katkılarını ele alan kapsamlı çalışmalar yok. Batıdaki herhangi bir ülkede, siyasi hayatı bu kadar kuvvetle etkilemiş bir isim üzerinde, çoktan onlarca biyografi, anı ya da analiz yayınlanmış olurdu.
Bizdeki Necmettin Erbakan ve Milli Görüş eleştirilerini birkaç başlık altında toplamak mümkün. Bunlardan birincisi ve ciddiye alınması mümkün olmayanı, meseleyi ‘din karşıtlığı’ndan beslenen bir algıyla ele alanların söyledikleri. Cumhuriyet tarihinin bildik pozitivist ve ‘laikçi’ kalıplarını taşıyan bu modelin, Milli Görüş ya da Erbakan’la ilgili söylediklerinin, ne derinliği, ne de doğru dürüst bir öngörüsü oldu bugüne kadar.
Ciddiye alınamayacak bir diğer bakış açısı ise, Erbakan’la hayatları boyunca yıldızları barışmayan bazı dini grup ve cemaatlerin eleştirileri. Bunların rekabet, kişisel çekişme ve öfkeden arınmış bir üslupla Milli Görüş üzerinde düşüncelerini ifade etmesi bugüne kadar mümkün olmadı. Zira hepsinin kendi bulundukları alanda bir şekilde Erbakan’la rekabetleri söz konusuydu.
Benzeri bir yaklaşıma Milli Mücadeleciler diye adlandırdığımız ekibin mensuplarında da rastlamak mümkün. Belki bu ekip ya da grupların yeni kuşaklarında daha soğukkanlı eleştiriler okuma şansımız olabilir. Ama eski kuşakların hayli sıkı birer ‘Erbakan düşmanı’ olduğunu söylemek abartılı olmaz.
***
Bunca haksızlığın, zulmün ve baskının ortasında Erbakan’ın hayatı bir duruşun, onurun ve sapasağlam bir inancın ifadesiydi.
Onu tekrar rahmetle analım.
Dün ya da bugün millet iradesine bin türlü hile ve tezgahla ile el koymaya çalışan herkes, yarın nasıl anılacağını da kendisini hesap etsin artık.