Önce, ilk bölümü içeren dünkü yazımızı okumanızı ısrarla tavsiye ediyoruz:
https://www.star.com.tr/yazar/28-subat-1-israil-buyuk-locasindan-devirin-talimati-yazi-1928518/
Askerlerin Refah-Yol hükümetine tepkisi, daha ilk günlerde gerçekleşen 1996 YAŞ Toplantısı'nda başlamıştı. Kahraman Türk ordusunun Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, 3 Ağustos akşamı gerçekleşen resmî yemekte "başbakan"ın masasına rakı şişesi dikerek meydan okumuştu.[1]
Ne var ki, bu tepkiler genellikle "laik hassasiyet" çerçevesinde kalıyordu. Bu yöntemi, Erkaya da anılarında "Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın odasında darbeyi tartıştık. Benim 'Darbeyi hep gündemde tutarak, isteklerimizi MGK üzerinden gerçekleştirelim' teklifimi uyguladık" şeklinde ifade etmektedir.
Ancak, Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın Tel-Aviv'den, 2. Başkan Çevik Bir'in de Washington'dan dönmesinden dönmesiyle birlikte askerin tutumu değişmişti. Bu değişiklik, ayrıntılarını yukarıdaki linkten ulaşabileceğiniz ilk yazımızda aktardığımız "kritik" temaslardan birkaç gün sonra toplanan 28 Şubat MGK'sına yansımıştı. Asker aşırı sertleşmiş, "darbe"; yani hükümeti devirme hedefi öne çıkmıştı.
İşin garibi, siyasî hayatı boyunca "Mason"luğu tartışılan Demirel de, "demokrasinin teminatı" olan "Cumhurbaşkanlığı" makamında takındığı tavırla, "darbe"ye ciddi destek vermişti. Mesela 28 Şubat'tan 4 gün önce, "Sokakta 'Bu hükümet olmasın, kim olursa olsun' deniyorsa, darbe tartışılıyorsa bu bir hiddetin eseridir" demişti.[2]
CUNTACILARIN "SAVAŞ İLANI" 28 ŞUBAT'TA RESMÎLEŞTİ!
Meşhur MGK, komutanların taarruzlarıyla başlamıştı. O "terleme" boşuna değildi. Amirleri olan başbakana asgarî nezaketi bile çok görmüş, "sen" diye hitap etmişlerdi. Çiller o kasvetli ortamı, "Komutanlar Erbakan'a vücut hareketleriyle saygısızlık yapmıştı. Demirel ise buna mani olmadığı gibi 'Ne varsa konuşulsun' diyerek darbecilere destek vermişti" ifadeleriyle tasvir etmişti![3]
9 saatlik toplantıdaki "darbeci" tutum, Demirel'in bütün laf cambazlığına rağmen "MGK Bildirisi"ne yansımıştı. Sanki; "Devletin anahtarını bize teslim edin" anlamına gelen "Mondros Mütarekesi" gibiydi! Tek parti diktatörlüğünün giyotini olan "Tevhid-i Tedrisat"a dönüşe kadar uzanan "talimat"ların, konumuz açısından en dikkat çekici olanı "Dindar yayınlar sıkı kontrol altına alınmalı" bölümüydü!
Bu arada MGK bildirileri, "Hükümete tavsiye" niteliğindeydi ama bu sefer o "uçuk" maddeleri yazdıranlar bizzat uygulatıyordu!
Nitekim 10 Haziran 1997 Pazartesi günü; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Askerî Yargıtay başkan ve üyeleri ile DGM hâkim ve savcılarını ve cumhuriyet savcısını Genelkurmay Karargâhına toplamış, "İslâmî faaliyetlere resen soruşturma açın" talimatı vermişlerdi. İstihbarata Karşı Koyma Dairesi Başkanı Tümgeneral Fevzi Türkeri, "19 gazete, 110 dergi, 51 radyo, 20 TV, 2500 dernek, 500 vakıf, 1000 şirket, 800 okul, 30 irticacı radikal örgüt cihat hazırlığı içindedir. Bunların üstesinden geleceğiz. Siz de yanımızda olun" demişti.
Tıpkı İsrail Yüce Konseyi'nin talimatı gibi!
DARBE İÇİN "MEDYA" SİLAHINI KULLANMIŞLARDI!
28 Şubat darbecileri, "Loca"nın talimatı doğrultusunda muhafazakâr medyaya ve onları destekleyen şirketlere savaş açmış, "silah" olarak da "Laik ve Fetullahçı medya"yı kullanmıştı! Bu sebeple, medya mensuplarını; bir daha asla birleşemeyecek şekilde kamplaştırmış; gazetecilik mesleğine de en büyük darbeyi vurmuşlardı!
Bugün, "güvenli" limana çekilmiş "Amiral Gemileri"nde demokrasi tacirliği yapan hatta hâlâ iktidara akıl verme makamında tutulan gazeteci müsveddeleri, "manşet" almak için cuntacıların kapısında onursuzca bekliyordu!
Darbe tetikçisi Laik medya, Ecevit'in ağzından "Ya uy ya çekil" derken; Fetullah Gülen'e ise "Beceremediniz, artık bırakın" dedirtmişti![4]
29 Nisan günü verilen brifingi, "Genelkurmay'da düşman değişti" manşetleriyle kamuoyuna ulaştıran gazeteler, düşmanın artık "yedi düvel" olmadığını ilan ediyordu: "Türkiye'nin savunma anayasası yeniden yazıldı. Tarihte ilk kez dış düşmanın ve iç tehdidin yerini 'irtica' aldı."[5]
(Oysa askerler, Kürtlere "terörist" muamelesi yaparak PKK'yı beslemeseydi ve "Önce irtica" diyerek PKK'ya alan açılmasaydı, terörle mücadelede daha hızlı sonuç alınır ve terör örgütü elebaşı Öcalan'ın dünkü "PKK'yı feshedin" çağrısı yıllar önce gelebilirdi.)
Askerler, bu "savaş"ın ciddiyetini ve sınırlarını da "Gerekirse silah bile kullanırız" şeklinde ortaya koymuştu.[6]
Bu sözde gazetecilerin 28 Şubat'ta üstlendiği hıyanet görevi, yargı tarafından da tescil edilmişti. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 3 Temmuz 2018 tarihinde yayınladığı "28 Şubat Davası Gerekçeli Kararı" darbecilere verilen cezalardan daha anlamlıydı:
"28 Şubat darbesinin gerçekleşmesinde, Hürriyet gazetesi yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, Sabah gazetesi yayın yönetmeni Ergun Babahan ve yazı işleri müdürü Erdal Şafak, Milliyet gazetesi yayın yönetmeni Derya Sazak başta olmak üzere çok sayıda gazeteci, radyo ve TV program yapımcısı çok önemli rol oynadı. Eğer medya desteği olmasaydı, 28 Şubat darbesi gerçekleşmezdi. Bu darbe sürecinde, komutanların talimatıyla manşet atanlar, haber yapanlar, anayasayı ilga ve hükümeti düşürme suçunun şerikleridir."
BAŞYAZARIMIZI KANSER EDİP ÖLDÜRDÜLER!
Muhafazakâr yayınlar; satır satır kontrol ediliyordu. O günlerde Yazıişleri Müdürlüğünü yaptığım Türkiye gazetesine "Bizim Sayfa'yı kaldırın" talimatı(!) vermişlerdi. TGRT'ye ise "Huzura Doğru programı yayınlanmayacak" diye emretmişlerdi!
Demokratlığıyla bilinen ve her kesim tarafından çok sevilen Ankara Temsilcimiz Yalçın Özer, yukarıda bahsettiğim "Yargı Brifingi"ne; bütün Ankara temsilcileriyle birlikte katılmış, ancak; çirkin bir şekilde salondan çıkarılmıştı.[7]
Bununla da kalmamış, doğrudan tehdit edilerek "Yazma" demişlerdi! Mesut Yılmaz'a hükümeti kurma görevi verildiği 20 Haziran 1997 günü faksla gelen ve birkaç veda cümlesinden oluşan "Allahaısmarladık" başlıklı "Başyazı" ile şok olmuştuk. Çok itibarlı bir insan olan Yalçın Ağabey, kendisine ağır gelen bu insanlık dışı muamelelerden sonra kanser olmuş ve hayata da "Allahaısmarladık" demişti!
Daha nice "Yalçın"lar feda edilmişti...
28 ŞUBAT'IN EN KÂRLISI İSRAİL!
Sinsi bir perdeleme sonucu hiç konuşulmadı ama 28 Şubat'ın en kârlısı İsrail'dir ve bu asla tesadüf değildir. Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, defalarca İsrail'e gitmiş, hükümetin karşı çıkmasına rağmen TSK adına çok önemli anlaşmalar imzalamıştı. Bu anlaşmalarla, F-4 Phantom, F-5 Tiger II savaş uçaklarının yanı sıra, M-60 Patton tanklarının modernizasyonu kararlaştırılmıştı. İsrail F-16'ları ilk defa Konya semalarında uçmuştu. İsrail, Türkiye'ye füze, İHA, elektronik tertibat ve radar ekipmanları satmış, Merkava-3 adlı tankların satışı için anlaşmıştı.[8]
O yıllarda bölünmemiş ve son derece güçlü olan Irak ve Suriye ile İran karşısında zor durumda kalan İsrail, Türkiye'deki yeni iktidarın İslâm ülkeleriyle ilişkileri hızla güçlendirmesiyle de paniğe kapılmıştı. Refah-Yol hükümetinin bu adımları, İsrail'in geleceğini tehlikeye sokuyordu. Tam da bu dönemde Tel-Aviv'in "İslâmcı İktidar"ı by-pas ederek komutanlar üzerinden geliştirdiği "işbirliği", ilaç gibi gelmişti. Çevik Bir ile yapılan bu anlaşmalar, İsrail'in yeniden güçlenmesini ve bu bölge ile ilgili "genişleme" politikalarının devamını sağlamıştı. Yani Türkiye'deki İsrail karşıtı hükümeti yıkarak, İsrail'e en kritik dönemde bu desteği verenler, sonraki yıllarda Gazze ve Batı Şeria'da gerçekleştirilen soykırımın da suç ortağıdır.
DARBECİLER "LOCA ŞEMSİYESİ"NE SIĞINDI!
İlginç bir tesadüf mü bilmiyoruz ama İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Çevik Bir, Yaşar Büyükanıt ve İlker Bağbuğ, İngiliz Büyükelçisi Alfren Sandison'ın, İttihatçıları organize etmek için 1882 yılında kurduğu "Cercle a Pera" (Büyük Kulüp) üyesidir! Ayrıca Karadayı, Bir, Kıvrıkoğlu, Y. Güngör Özden, V. Savaş gibi başrol oyuncuların, emekli olduktan sonra Lions ve Rotary kulüplerinde yerini alması, Alemdaroğlu'nun 6 Temmuz 2007'de Karaköy Rotary'ye Başkan olması da aslında bunların, "Mason Şemsiyesi"ne girmesidir.
Peki şimdi FETÖ dağıldı; 28 Şubatçılar yargılandı! "Artık Masonlar da bertaraf edildi" diyebilir miyiz?
Asla! Çünkü Masonlar; arıza yapan araçları hemen terk eder; başka "araç"ları kullanır! Bakmayın ortada görünmediklerine, Türk milletinin geleceğini, emperyalistlerin menfaati yönünde şekillendirme çabaları ticaretten siyasete; eğitimden bürokrasiye; sanattan medyaya kadar her alanda aynen devam etmektedir.
[1] Tufan Türenç, Erbakan'ın yemeğine zorla rakı getirttim, Hürriyet, 2 Nisan 2001.
[2] Hürriyet, 24 Şubat 1997.
[3] Yeni Şafak 25 Nisan 2012.
[4] Hürriyet, 4 Mart 1997; 18 Nisan 1997.
[5] Sabah, 30 Nisan 1997.
[6] Hürriyet-Milliyet, 12 Haziran 1997.
[7] Mehmet Barlas, Bir başyazar ölmüş diyeler, Yeni Şafak, 9 Ocak 2002.
[8] 28 Şubat taşlarını İsrail ile döşediler, Yeni Şafak 17 Nisan 2012.