27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 64 yıl geçmiş.
Türk siyasi hayatını derinden sarsan o günleri okuduğumuz kaynaklar 27 Mayıs'ı devrim, ihtilal, inkılap yahut darbe sözcükleriyle tarif eder.
Olayları anlatırken kullandığımız kelimeler ve kavramlar ise olaya yaklaşımımızı ortaya koyar.
1990'larda Beyazıt meydanındaki sergilerde bir kitap bulmuştum. Kitabın yazarı Necdet Evliyâgil kitabın iç kapağına "Başvekil Adnan Menderes Beyefendiye" diyerek imzasını atmıştı. Kitabın darbeden yaklaşık bir ay önce imzalandığını görünce acemi tezgahtardan hemen satın almıştım.
Necdet Evliyâgil 1992'de vefat ettiği için kendisine kitabın imzalanma ve Menderes'e ulaşma hikayesini soramadım. Ancak merhum dostum İsmail Dervişoğlu, bana Aydın Bey'le konuşmamı ve kitabı kendisine hediye etmemi tavsiye etmişti. Bir müddet sonra Aydın Menderes'ten randevu aldım ve imzalı kitapla birlikte ziyaretine gittim. O kitap Aydın Bey'le yapacağım uzun sohbetlerin kapısını açmış ve darbe sonrası yaşadıkları sıkıntıları hissetmemi sağlamıştı.
O yıllarda 27 Mayıs Devrimi ifadesini kullanıyordum. Dönemi anlatan kaynaklarda Demokrat Parti eleştirileri ve Menderes karşıtlığı çok fazlaydı. Aydın Bey'in tavsiye ettiği kitapları ve gösterdiği notları okudukça Menderes ve arkadaşlarına yapılanların bu ülkeye kötülük tohumları ekmek olduğunu gördüm.
Menderes bir Amerikan modeli olarak ODTÜ'yü kurar ve her türlü desteği verir. Ancak idamından sonra aleyhine en sert cümleleri ODTÜ'de bir Tarih profesörü kaleme alarak üniversitenin yayınevinden basar ...
27 Mayıs darbesini dünyadaki gelişmelerden ayrı ele almamak gerekli. Soğuk Savaş atmosferinde Türkiye'de Batı etkisinin kurumsallaşması ve yerleşmesi bu darbeyle başlamıştır.
Türkiye'de CHP – DP kavgası daha çok laik-antilaik, devrimci-karşıdevrimci zıtlaşması üzerinden okundu. Oysa her iki hükümet de Batılılaşma hikayemizde birer köşe taşı. CHP kültürel batılılaşmayı temel alırken DP kurucuları geldikleri sosyolojinin etkisiyle Batı tipi kalkınmacılığı merkeze alıyordu.
Adnan Menderes'in Batı kampına direnemediğini, sonraki hükümetlerin de bu direnci gösteremediğini kabul etmek zorundayız.
Darbeden sonra Türk sağında ve Türk solunda yerleşik politik aktörler ortaya çıkmıştır.
Anayasanın verdiği özgürlük ortamı sayesinde sağda ve solda ortaya çıkacak farklı renkler dikkatle incelendiğinde hemen hepsinde aynı kontrol mekanizmalarının etkin olduğunu görmekteyiz.
27 Mayıs ve ardından yaşanan darbeler Türk siyasi hayatında her 10 senede bir kuşağın kaybına sebep oldu.
Sonraki yıllarda bir sağdan bir soldan kaybettiğimiz gençler bu ülkenin öz evlatlarıydı. Kendi evlatlarına sahip çıkamayan, lise çağındaki gençlerini taşeron örgütlere, silahlı çetelere ve kökü dışarda cemaatlere kaptıran bir ülkenin artık uykusu kaçmalı.
Bu acı tecrübelerin bizzat kendisi bağımsızlık idealimizin ne denli hayati olduğunu göstermekte.