DP’nin üniversite üzerindeki baskısından şikâyetçi olanlar; 27 Mayıs’ı hürriyet aşkıyla destekleyenler; üniversite tasfiyesi ile şaşkına dönmüşlerdi. 147’ler Derneği’ni hatırlayan var mı aranızda?
27 Mayısçıların bir girişimi de ‘üniversite reformu’ oldu. Reform lâfın gelişi… Türkiye üniversite tarihinde reform kelimesi, üniversite tasfiyesi ile eş anlamlı hale çoktan gelmişti zaten. İttihatçılar, zamanında İtilâfçıları atmışlardı. 1933’de inkılâpçılar, rejime ayak uyduramayanları attılar. 1940’ların ikinci yarısında da CHP’liler, solcu hocaları atmıştı. Sıra 27 Mayıs’a geldiğinde, onlar da üniversitede pek işe yaramadığını düşündükleri hocaları attılar. Hem de özel bir yasayla…
Tasfiye başlıyor
Millî Birlik Komitesi (MBK), 28 Ekim 1960 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanan 114 sayılı yasayla; üniversitelerde görevli bazı öğretim üyelerinin görevlerinden affedilmesine ve bazılarının da başka üniversitelere tayinine karar vermişti. Ankara, İstanbul, Ege, Atatürk ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden yasada adları zikredilen 147 hoca üniversiteden atılmıştı. Dört hoca da başka üniversiteye nakledilmişti. Atılanlar altı ay içinde bir başka göreve atanmazlarsa, emekli edileceklerdi. Yine bu kişiler, bir daha üniversite öğretim üyesi ya da yardımcısı olamayacaklardı. Yasada yer alan isimlerden bazıları yanlış yazılmıştı; ama o kadar kusur kadı kızında bile bulunurdu artık!
Yasa çıktığında etrafta çok sayıda söylenti dolaşmaktaydı: Bir söylentiye göre, listeler, yine üniversite hocaları tarafından hazırlanmış ve MBK üyelerine sunulmuştu. Aslında tasfiye MBK’nin fikriydi; ama tasfiye edilen isimleri on kadar hoca tesbit etmişti. Meselâ Çetin Altan, o sırada yayınlanan bir yazısında bunu özellikle vurgulamıştı. Nitekim Cemâl Gürsel de, isimlerin kendilerine üniversitenin içinden geldiğini belirtmişti! Tasfiye kararına tepki gösterenler ise, bu isimlerin “gericiler” ya da “gizli emel sahipleri”nce hazırlandığını ileri sürüyordu. Atılanlar ise “devrimci ve âlim”diler! Yasada ‘İzmir’ üniversitesi diye geçen üniversitenin adı bile yanlıştı; çünkü böyle bir üniversite bile yoktu; doğrusu elbette Ege Üniversitesi olacaktı!
Ama neden?
Elbette tasfiye edilenler için bir gerekçe bulmak gerekirdi; fakat yasada hiçbir gerekçeye yer verilmemişti. Yine söylentiler almış başını gidiyordu. Bazılarına göre, bu tasfiye, 27 Mayıs’ı desteklemeyenleri hedef almıştı. Bazılarına göre, üniversitede işe yaramayanlar atılmıştı. Başkaca iddialar da ortalıkta kol geziyordu. Fakat listedeki isimlerin ortak bir siyasal görüşü olduğu iddiası elbette tamamen temelsizdi. Bazıları da, “üniversite hocaları içinde haset, kin ve gareze kurban edilen”lerden söz ediyordu. Tasfiye, öncelikle üniversiteler tarafından tepkiyle karşılanmıştı; Menderes iktidarına karşı üniversite özerkliğini savunan ve bunun mücadelesini veren üniversite yönetimleri, 27 Mayıs’ta -DP iktidarı dönemindekiyle kıyas kabul etmez- bir âkıbetle karşılaşmış olmaktan dolayı hem şaşkındı; hem de tepkili.
Gerek üniversiteden, gerekse 27 Mayısı destekleyen basın ve aydınlardan gelen yoğun tepkiler üzerine; Cemâl Gürsel, hata varsa, bunun en kısa zamanda düzeltileceğini açıklamak zorunda kalmıştı; fakat bazı MBK üyeleri ise, bir yanlışlık yapıldığı kanısında değildi; aksine, yasa değiştirilmeyecekti. 147’lerin tasfiyesi, 27 Mayıs sonrasında ordudan re’sen emekli edilen beş bin kadar subayın yarattığı kadar ve hatta daha da geniş bir tepki yaratmıştı. Aslında arada hiçbir fark yoktu. Fakat emekli inkılâp subaylarının kurduğu dernek EMİNSU da üyelerinin yeniden orduya dönmesine gayret ederken, 147’lerden daha farklı bir konumda değildi.
Sorun, sadece üniversiteden uzaklaştırılmak da değildi; atılanların emekliye ayrılması öngörülmüştü; fakat emekli muamelesinin gerçekleşmesi için de bazı bürokratik süreçlerin tamamlanması gerekiyordu ki, bu muameleler de eksik kalacaktır. Bazı hocalar emeklilik için gereken başvuruda bulunurken; bazıları da durumu protesto mahiyetinde bu başvuruda bulunmamayı tercih etmişlerdi. Sonuçta kimse emekli maaşı alamıyordu!
Ya sonrası…
Cemâl Gürsel, isim listesinin yeniden gözden geçirileceğini söylemişti; ama aradan geçen zamanda bunun yapılacağına ilişkin hiçbir belirti görülmeyecektir. Basında bu konuda yayınlanan yazılar kitap olduğunda, büyük boy beş yüz sayfayı bulacaktır! Gürsel’e göre de, aslında yapılması gereken yapılmıştı; fakat bazı isimlerde hata olmuş olabilirdi. Bu takdirde bu isimlerin üniversiteye dönüşü sağlanacaktı. MBK üyesi Yüzbaşı Muzaffer Özdağ ise, aksine, “demokrasiye giderken elbette Beyazıt’tan da geçecektik” diyecektir. 27 Mayısçıların yeni anayasayı hazırlaması için görevlendirdiği Sıddık Sami Onar bile durumu protesto etmek için İstanbul Üniversitesi rektörlüğünden istifa etmişti! Onunla birlikte Turhan Feyzioğlu da ODTÜ rektörlüğünden ayrılmıştı. Herhalde çok kızmışlardı; çünkü yine MBK üyesi Yarbay Muzaffer Karan, atılanların neden atıldıklarına ilişkin olarak şu açıklamayı yapmıştı:
“Ahlakî, ilmî ideolojisi yönünden yüz kızartıcı notlara sahip olan, bilhassa çoğu komünist, mason, kifayetsiz, cinsi sapık, Kürt devleti kurmak isteyen, asistanlarını metres olarak kullanan, doçentin yazdığı kitaba imzasını koyan, senede üç beş kere fakülteye uğrayan üyeleri affettik.”
Elbette başkaca açıklamalar da vardı; mesela MBK üyesi Orhan Erkanlı, tasfiyeyi “Atatürkçü bir üniversite kurma konusunda” kararlılıklarının işareti olarak yorumlamıştı. “Bu hareket, tarihe 27 Mayıs devriminin en müsbet [olumlu] eseri olarak geçecekti.” Üniversite böylece sağlığına kavuşmuştu. Ayrıca, son bir uyarı cümlesi daha vardı: “Ordu, eserini muhafaza edecekti.” MBK üyesi Fazıl Akkoyunlu’ya göre, yapılan iş “millî menfaatler”in icabıydı. Hatta kendi eşleri bile cephe alsa, kararlılıklarının süreceğini de bildirmişti. Yine MBK üyesi Albay Muzaffer Yurdakuler de, aynı görüşteydi: “Yapılan iş, Atatürk inkılâbının gerçekleşmesinde hızı artırmak, buna uymayanları uzaklaştırmaktan ibaretti.” Liste ise, yine ona göre, üniversitedeki doçentler tarafından hazırlanmıştı. Listeye girenler, “ilmî, ülküsel, ahlakî yetersizlik ve anti-demokratik gerici fikirlerinden dolayı” bu sonuca katlanmalıydılar.
Orhan Erkanlı da, üniversitede yetişmiş eleman kalmadığından söz edilince; asistanların doçent olarak atanmasından, doçentlerin de profesörlüğünden söz etmişti. Kısa bir süre önce Menderes’in ‘ben orduyu yedek subaylarla da yönetirim’ dediğini ve bu nedenle ihtilâle neden olduğunu belirtenler de yine aynı isimlerdi! Erkanlı, gençliğin tasfiyeyi kınamak için protesto gösterisinde bulunacağını bildirenlere karşı da şunları söylüyordu: “Zannetmem; yapmazlar… Üniversiteliler şuurlu [bilinçli] insanlardır; bilirler ki, bu işi sokağa dökerlerse, her birinin arkasında bir DP’li bulunacak ve hareketi kendi lehlerine çekmeye çalışacakladır. Bu takdirde her iki taraf şiddet kullanmak zorunda kalacak ve netice memleketin aleyhine olacaktır.” 147’lerin kısa bir süre sonra 1962 yılında çıkan bir yasayla üniversiteye geri dönüşleri sağlanacaktır.
147’LERDEN BAZILARI
Üniversiteden atılanlar arasında ünlü isimler vardı: Kısa bir süre sonra cumhurbaşkanı adayı olacak olan Ali Fuat Başgil; DP döneminde hukuk fakültesi dekanı olan Recai Galip Okandan, Mazhar Şevket İpşiroğlu; Anıtkabir proje yarışmasını kazanmış olan mimar Emin Onat -ki 1954-1957 döneminde DP milletvekiliydi; matematikçi Ratip Berker; felsefeci Hıfzı Timur; siyasal bilimci Tarık Zafer Tunaya; felsefeci Takiyettin Mengüçoğlu; yakın zaman önce anıları satış rekoru kıran Mina Urgan (o zamanki adıyla Mina Irgat); sonradan Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç’la birlikte tanınacak olan Sabahattin Eyüboğlu; hocam Mete Tunçay’ın hocası Yavuz Abadan; İstanbul hukuktan Bülent Nuri Esen; iktisatçı Aziz Köklü; maliyeci Fadıl Hakkı Sur; arkeolog Zehra Halet Çambel; dahiliyeci Zafer Paykoç ile Celâl Ertuğ; Celâl Saraç; İsmet Giritli; Cevdet Perin; tiyatrocu Haldun Taner; iktisatçı Memduh Yaşa; ceza hukukçusu Mukbil Özyörük; doktor İhsan Ünlüer; sonradan benim de hocam olacak olan Özer Ozankaya; edebiyatçı Orhan Duru… Bu arada, sosyolog Hilmi Ziya Ülgen de ilâhiyat fakültesine devredilmişti! Bu isimlerden bazılarının internette bulunan bilgilerine baktığımda, birden bire bir kısmının yaşam öyküsünde üniversiteden atıldığına ilişkin hiçbir bilgi bulamadım. Geçmişin nasıl olup da itinayla temizlendiğine bir kez daha şahit oldum. Ama şaşırtıcı değil elbette; 27 Mayıs’ın foyalarını; bazen kendi destekçilerini üniversiteden attığında bile, yine de hatırlamamak gerekir! Sanırım bu tavrı şöyle sloganlaştırabiliriz: ‘Hatırlama; hatırlatma!’