‘Direnme hakkı’nın önümüzdeki günlerde de sık sık politik gündemin bir parçası olması ihtimaline karşı; 27 Mayıs’a giden yolun kilometre taşlarında; CHP’nin bu sloganı zamanında nasıl kullandığını da hatırlamak gerekir.
Diktidarının son dönemecinde; CHP lideri İsmet İnönü, 27 Mayıs’ın hemen öncesinde; 10 Ocak 1960 tarihinde, Bursa’da yaptığı konuşmada; özellikle basın özgürlüğünün yitirildiğinden şikâyet ediyor ve şöyle diyordu: “Her vatandaş biliyor ki; Türkiye’nin basın rejimi, bugün birinci derecede şikâyet ve felâket konusudur. Bu rejim, bütün hür dünyanın diline düşmüştür.”
‘Gençlere güveniyoruz’
27 Mayıs’a bayağı yakın bir zamanda, İnönü, özellikle gençlere yönelik mesajlar vermeye çalışıyordu. 1 Nisan 1960’da üniversite öğrencilerinin kendisine yaptığı ziyaret sırasında; hakların korunması gereğinden söz ederken; “önümüzdeki günlerde sizi önemli vazifeler bekliyor; bunlarda zafer kazanacaksınız; gençlere güveniyoruz” demişti. Ankara ve İstanbul’daki üniversite öğrencilerinin büyük gösterilerine sadece birkaç hafta kala… Sadece iki gün sonra; Kayseri olayları sırasında yaptığı açıklamada; “Milletimiz, bir kısım vatandaşlara yapılan haksızlığı, bütün millete yapılmış gibi yüreğinde hissedip, heyecanını açığa vuracak ileri insanlık merhalesindedir.” demişti. İnönü’ye göre, “bir tek vatandaşa karşı yapılan haksızlığı, bütün millete karşı işlenmiş bir fiil sayarak, ona göre davranmak,
anayasanın verdiği bir hak, medenî bir cemiyet mensubu olmanın her vatandaşa yüklediği bir vazife”ydi. Nihayet İnönü, bu konuda en önde yer alacağını da şöyle vurguluyordu: “Hiç kimsede en ufak bir şüphe olmasın; ben muhalefet lideri olarak bu hakkı sonuna kadar kullanacak, bu vazifeyi vazifelerimin başında sayacağım.”
‘Seçim emniyeti’
İnönü açısından gelecek seçimlerin güvenliği de tartışmalıydı; bu konudaki endişelerini de şöyle açıklıyordu: “1957 seçimlerinin bütün memleketçe bilinen ve henüz düzelmemiş olan sakat usûlleri, yeni seçimler için fena bir ihtimal olarak hatırlarda tazeliğini muhafaza etmektedir.” İnönü, radyonun da iktidarın emrinde kullanılan basit bir propaganda aygıtına dönüşmesinden şikâyetçiydi ve bu durumu seçim güvenliğine yönelik bir saldırı olarak görüyordu: “Sadece radyo suistimalinin bugünkü fecî manzarasını göz önüne almak, önümüzdeki seçimlerde dürüst usûller tatbik edileceği ümidini temelinden sarsmaya kâfidir. Radyonun vatandaşa tecavüz âleti olarak kullanılması, radyonun seçimde seçmen vatandaşın oyuna tesir edecek şekilde kullanılması, türlü seçim yolsuzlukları için de başlı başına bir eksik teşkil edecektir.”
‘Emekli askerlerle toplantı’
İnönü, 4 Nisan’da da, Ankara’ya dönerken; “emekli general ve amiraller”le görüşmüştü. Bu görüşmede de emekli askerlere şöyle seslenmişti: “Emekli amiral ve generallerimizle burada yaptığımız toplantının benim için müstesna bir kıymeti vardır. Eski asker arkadaşlarımla bugün burada toplanmış olmanın benim için müstesna bir kıymeti vardır.” Bu toplantı sırasında İnönü, “Türk milleti, emekli askerlerinde memleketin ilerlemesini ve ideallerini muhafaza eden bir faziletli ocakta yetişmiş insanları görmektedir. Cemiyetin ordu grubu, bütün karakter sağlamlığını muhafaza etmektedir. Milletin bünyesindeki kuvvetli bir varlıksınız. Milletin gözü kulağı, ihtiyacı olduğu zaman, olmadığı zaman, size müteveccihtir. Huzur içinde yaşayan arkadaşlık, bizim için paha biçilmez bir bahtiyarlık vesilesidir. Kanaatkâr ve mütevazi hayatınızda milletimizin size karşı beslediği güveni daima yüreğinizde en değerli emanet olarak muhafaza edeceksiniz.”
Taviz yok…
İnönü, bu kez de, 9 Nisan’da, “ana muhalefet partisinin lideri olarak, sizi temin ederim ki, CHP vatandaş hakkının korunması bahsinde en ufak bir taviz vermeye asla rıza göstermeyecektir. (…) Bir takım yasakların kanun dışı kullanılması teşebbüslerine karşı hakkını bilenlerin bütün şiddeti ile çalışacağız. Gizlilik perdesi altında marifetler yapmaya kalkışacak kaba kuvvet hayranları, hiçbir perdenin arkasında bulunmadıklarını ve milletin kendilerini bütün ruh çıplaklıklarıyla seyretmekte olduğunu dehşet içinde göreceklerdir. Kendisine eziyet etmek istedikleri her vatandaşın yanında o vatandaşın mensubu bulunduğu zümrenin tamamını, bizi ve nihayet haksızlığa karşı baş eğmemeye azimli, kararlı milleti bulacaklardır ve kudretlerinin hiçbir şeye yetmediğini, cesaret sahibi hiç kimsenin kılına dokunamayacaklarını anlayacaklardır.” İnönü, bu konuşmasında da, yakın seçimde iktidarın devrileceğinden söz ediyordu: “Baskı rejimi, son çırpınışları içindedir.”
‘Din istismarı’
İnönü’nün bir diğer şikâyeti de, iktidar partisinin “din istismarı”ydı. Bunu da şöyle anlatıyordu: “Seçim mücadelesini açtık. Daha ilk anda dini politikaya âlet ederek propaganda başladı.” Şimdi de İnönü’nün neden dolayı şikâyetçi olduğunu ve bu konudaki gerekçesine bir göz atalım: “İktidar [partisinin] başkanının (…) altından geçtiği, kendi partisi tarafından imâl edilmiş taklarda, kendi partisi tarafından asılmış dövizlerde; din ve İslâm rehberliğinden, hattâ Hazreti Ömer’likten bahsedildiğini okuduk. Fakat iktidar [partisinin] başının bu yazılara itiraz ettiğini, bunlardan bir tekini kaldırttığını işitmedik. Artık din adamı olduğu iddiasında bulunan acayip kıyafetli bir zat, bir eski politikacı da, siyasî partiler hakkında giriştiği propagandada, iktidar [partisinin] başkanını ve en yakın iki ideal arkadaşını desteklemekte, CHP’nin serbestçe aleyhinde bulunmaktadır.” İnönü, yakın zamanda yapılacak seçimde de benzer gelişmeler olacağından dolayı endişeliydi ve bunu da şöyle ifade ediyordu: “Benim için ehemmiyetli olan işin esasıdır. 1960 seçim kampanyasında dini siyasete âlet eden bir propaganda usûlü takip olunacak mı, olunmayacak mı? (…) 1960 kampanyasının dinin geniş mikyasta CHP aleyhine istismarı esasına dayanacağı endişesi veriyor.”
‘Gayri meşru baskılar’
Nihayet 27 Mayıs’a sadece bir ay kala, 28 Nisan’da, İstanbul’daki büyük öğrenci gösterisinin olduğu gün; CHP, örgütüne ilettiği genelgede şöyle diyordu: CHP, “iktidarın anayasa dışına çıktığını, hukuk devleti prensiplerini çiğnediğini, insan hak ve hürriyetlerini gayri meşru baskılar altına aldığını, Türkiye’de demokratik rejimi ve anayasaya müstenit devlet nizamını tahribe kasdettiğini müşahade ve tesbit etmiştir.”
Bu durum karşısında; “her zamankindendaha zinde ve azimli olan” CHP, “müşterekideallerin tam bir tesanütle birleştirdiği vatandaşlar olarak, yıkılmaya mahkûm olan baskı rejiminin getireceği şartlar ne olursa olsun, anayasa nizamının yeniden kurulması uğrunda büyük Türk milletine lâyık mücadeleye kararını vermiştir.”
‘Tedhiş havası’
İnönü, 3 Mayıs’ta da, öğrenci gösterilerinin hemen ardından; “bugün nice aile, tanıdığı bir gencin hayatı, yaraları ve elemleri ile bedbaht edilmiştir” diyor ve şöyle devam ediyordu: “Demokratik bir idare altında insan gibi yaşamaktan başka bir şey talep etmeyen kız ve erkek öğrencilerimiz; her türlü şiddet tedbirlerine maruz bırakılmıştır. (…) Hâlâ huzurdan bahsedilmek, akla durgunluk veren bir samimiyetsizlik ve pervasızlıktır.” Ülke, kısaca, “bir tedhiş havasının karanlıkları içinde sürüklenmişti.”
‘İhtilâl’ ve ‘ordu’
İnönü, 6 Mayıs günü, NATO toplantısı dolayısıyla, yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada; söze “bu iktidar ihtilâlle devrilirse...” diye başlıyor ve hemen ertesi gün, 7 Mayıs’ta da, yine yabancı gazetelere, “hiçbir uzlaşma imkânı yoktur” şeklinde bir demeç veriyodu. Ve nihayet mesele, orduya da sirayet etmişti; İnönü, ordu mevzuunda şunları söylüyordu: “Baskı idareleri ordudan korkarlar ve korktukları ordudan bütün vasıfları silip, bir vasfı bırakmaya çalışırlar. Bu tek vasıf, kendilerine sadakat vasfıdır. Halbuki ordu, her memlekette bir millî büyük müessesedir. Ve milletine karşı vazifelerinin vasıflarına muhtaçtır. (…) Anayasadan ve insan haklarından ayrılır, bir baskı rejimi haline gelirse; ordunun mensupları, birer vatandaş ve birer entelektüel olarak vicdan muhasebesi içine girerler. Bu vicdan muhasebesinin krizleri nasıl neticelenir; kimse bilemez. (…) Ordu ile iktidara gelmek istemiyoruz; bir baskı idaresini millet kuvveti ile yıkmak için mücadele ediyoruz.”
Bir gazetecinin “hükûmet bu baskı yolunda ileri gider; orduyu kullanmak isterse, ordu buna razı olacak mıdır?” şeklindeki sorusunu da İnönü şöyle yanıtlayacaktır: “Benim kanaatim; milletten, milletin bütün teşekküllerinden, şüphesiz ordudan, hattâ polisten mukavemet göreceğidir. Hiç kimse kendisini arzu ile zulme alet etmeyecektir.” Yine bir gazetecinin “işitiyoruz ki, bilhassa genç subaylarda bu vicdan muhasebesi şimdiden başlamıştır” şeklindeki yorumuna karşı da; İnönü, “Hiçbir şey tahmin edemem; hiçbir temasım yoktur; hiçbir teşebbüsün ve bu istikâmette bir arzunun peşinde değilim. Bu söylediklerim karşıdan gördüklerimdir. Yalnız bildiğim şudur: Namuslu bir vatandaş, baskı idaresine boyun eğmeyecektir.” Gazetecinin, “bu namuslu vatandaş aynı zamanda asker vatandaş demek mi?” şeklindeki sorusunu da şöyle karşılayacaktır: “Asker ve diğerleri… Hepsi…”