Geçen yıl 21 Mayıs’ın 50. yıldönümüydü; o kadar geride kalmıştı ki, pek hatırlanmadı. Belki de hayatta olan 21 Mayısçı Harbiyelilerin dışında o tarihte bir ihtilâl girişimi olduğunu hatırlayan pek az kişi kalmıştı geride…
27 Mayıs, orduyu politikayla sarmalamış ve o tarihten itibaren de subaylar arasında derin bir kutuplaşma belirmişti. Zaman zaman günümüz siyasetinin hayli kutuplaştığından şikâyetçi olanların, elli yıl kadar öncesine geri giderek, değerlendirmelerini buna göre yapmaları, belki daha sağlıklı olur. 27 Mayıs’ın Millî Birlik Komitesi (MBK), aradan geçen altı aya varmadan en az ikiye bölünmüş ve ihtilâlcilerin radikal kanadı olarak adlandırılan, fakat aralarında kesin bir birlik de olmadığı anlaşılan, 14’lerin tasfiyesi ile ortalık biraz durulur gibi olmuştu. Ama bu, sadece görünüşteydi.
Bu kez de MBK’nın geride kalan kısmına bir seçenek olarak yeni bir askerî cunta oluşmuştu: Silâhlı Kuvvetler Birliği… Bu cunta, içinde yüksek düzeyde komutanları da barındırdığından, ordu içinde emir-komuta mekanizmasını sağlamakta biraz daha başarılıydı. Ama tamamen de değil. Hatta aksine, ordu içinde o kadar çok cunta ve bu cuntalar arasında o kadar yaygın bir geçişkenlik vardı ki, hiçbir cunta kendi ‘adamı’ndan o kadar da emin olamazdı. Ya da daha doğru bir tâbirle olmamalıydı!
22 Şubat 1962
Harb Okulu Komutanı Albay Talât Aydemir’in 22 Şubat’taki ihtilâl girişimi sonuçsuz kalmıştı. Bir anlamda isyandan işin ortasında vazgeçilmişti. Hükûmetle uzlaşmaya varılmış ve bu uzlaşmanın sonucunda, Başbakan İsmet İnönü’nün 22 Şubat ayaklanmasına karışanları affetmesi karşılığında, isyana son verilmişti. Alınan güvence karşılığında isyan son bulurken; hükûmet de, 22 Şubatçıları ordudan emekli etmişti. Elbette Aydemir’e yakınlık duyduğundan kuşkulanılan pek çok komutanın da görev yerleri değiştirilmiş; pasif konumlara itilmişti. 22 Şubatçılara soracak olursanız ama; ‘dava’ bitmemişti; sürüyordu.
22 Şubatçıların lideri artık emekli olmuş olan Aydemir’di. 22 Şubat’ta geri çekilmesinin nedenlerini anılarında anlatacaktır. Nedeni, silâhlı bir çatışmaya neden olmamaktı. Eğer bu açıklamayı dikkate alacak olursanız, demek ki, 22 Şubatçılar olsun, bizzat Aydemir olsun, isyan girişimine karşı ordu içinden hiçbir karşı çıkış beklemiyorlardı. Eğer bu açıklama gerçeğe tekâbül ediyorsa, hayli iyimser bir ayaklanma içindeydiler denilebilir.
21 Mayıs 1963’e doğru
Aydemir, artık emekli bir albaydı; Harb Okulu Komutanı iken giriştiği ve tam bir fiyasko ile sonuçlanan ayaklanma girişiminin ardından kendisini hâlâ aynı konumda, hatta daha da hâkim bir konumda görüyordu. Anılarını okursanız, onun bu süreçteki duygu ve düşüncelerini yakından izleyebilirsiniz. Anılarında yazdığı gibi, ordu içinde olsun, dışında olsun, kendisini ülkenin gerçek müstakbel lideri ve hâkimi olarak görüyordu. Oysa ordu içinde hâkim olabildiği birlikler sayıca çok azdı.
Aslında o kadar yalnızlaşıyordu ki, Aydemir’in yanında olan bazı 22 Şubatçılar dahi hareketten ayrılmayı tercih etmişlerdi. Kendi grubunda dahi bölünmeyi ve parçalanmayı engelleyemeyen bir lider konumundaydı aslında. Nerede kaldı ki, ordu içinde kalmış olsun, emekli edilmiş ihtilâlci diğer subay grupları arasında olsun, kendisine müttefik bulabilecekti? Bulamadı da. Ama Aydemir, ısrar ediyordu. Anılarında ordunun da, hatta halkın da peşinden geleceğini düşündüğü açıkça görülüyor.
Ve üçüncü darbe…
Aydemir, kendi liderliğini asla tartışma konusu yapmamakta kararlıydı; her ne kadar anılarında, günlüğünde, liderlik iddiası taşımadığını onlarca kez vurgulama ihtiyacını duysa da, öyle görünüyor ki, kendisinden başka bir kişinin lider olamayacağına kendisini kesin olarak inandırmıştı. Elindeki birliklerin vurucu gücünü abartıyordu. Kendisine yapılan uyarı ve önerileri ise dudağını kıvırarak dinlemek gibi bir alışkanlığı da vardı. Ona soracak olursanız, her şeyi düşünmüştü. Elinde mükemmel bir plân vardı ve diğer herkese düşen de onun ‘tamam’ dediği anda harekete geçmekten ibaretti.
Harekât plânı asıl olarak emekli süvari binbaşı ve elbette 22 Şubatçı Fethi Gürcan tarafından hazırlanmıştı; ama Aydemir de onaylamıştı. Basit bir plân vardı elde; üstelik 22 Şubat’ın neredeyse tıpkısının aynısıydı bu. Her şey Ankara’da başlayacak ve Ankara’da bitecekti. İstanbul, olsa olsa yardımcı bir dolgu maddesi, kuvvetiydi. Ankara’daki harekâtın ana gövdesi harb okulu öğrencileriydi. Onun etrafında bir miktar daha birlik harekete geçecekti. Fakat birliklerin komutanlarıyla değil; o birliklere gönderilecek olan kısmen emekli subaylar ve birliklerdeki düşük rütbeli subaylar aracılığıyla harekete geçilecekti.
Biraz da acele ediliyordu; çünkü her geçen gün, Aydemir grubunun elinde bulunduğunu varsaydığı birliklerin çözülme ihtimali yükseliyordu. Aydemir, önce 19 Mayıs tarihini önermişti; fakat sonradan bunun hayli iddialı bir tarih olduğuna karar verdi. Nedeni, kendisini Atatürk ile özdeşleştirmiş bir konuma sokmaktan kaçınmaktı.
VE HAREKÂT BAŞLIYOR...
20 Mayıs gecesi daha gece yarısına varmadan başlayacak olan harekât için Ankara’daki birliklere haber iletilmişti. İhtilâlin ana gücü harb okuluydu. Aydemir de bütün harekâtı buradan yönetecekti. Zırhlı birlikler okulu, 229. piyade alayı, muhafız alayı süvari grubu, 28. tümen topçu komutanlığı da buna dahil olacaklardı. Daha bazı küçük miktarda birlikler de söz konusuydu. İstanbul’da da birinci ve ikinci zırhlı tugay ile deniz harb okulu hazırdı. Bu kadar birlikle ihtilâlin başarı şansı olup olmadığı, bizzat ihtilâlciler tarafından da tartışılmış, fakat son karar yetkisi Aydemir’e bırakılmıştı. Plânda birçok belirsizlik vardı; öncelikle hava kuvvetlerinden yardım gelip gelmeyeceği kesin değildi; verilmiş bazı sözler ve taahhütler dışında, somut bir gelişme yokmuş gibi görünüyordu. O kadar ki, Aydemir bile hava kuvvetlerinden katılım olmazsa, harekâtın olduğu gibi devamından yanaydı.
Eğer Aydemir’in ya da ihtilâlin İstanbul ayağının önemli ismi Osman Deniz’in anlatımına bakılacak olursa; bütün düğüm, Ankara’da radyonun ele geçirilmesi ve ardından ihtilâl bildirisinin -üstelik de bizzat Talât Aydemir’in imzasıyla- okunmasının ardından, harekâta katılacak ve katılması beklenen birliklerin hareketlenmesi üzerine kuruluydu. İhtilâlin kaderi Ankara’daki başarıya; Ankara’daki başarı da radyonun ele geçirilmesine ve anonsuna bağlıydı. O kadar ki, Ankara radyosunun ihtilâl bildirisinin ardından İstanbul’daki birliklerin harekete geçmesi kararlaştırılmıştı.
21 Mayıs gece yarısından sonra olanlar tam bir fiyasko olarak nitelenebilir. Harb okulu bile hareketlenmekte gecikmişti. Harekâtta yer alacak bazıları emekli pek çok subay, ya yerlerine geç gitmiş ya da daha kötüsü hiç gitmemişlerdi. Durumu uzaktan izlemeyi tercih etmişlerdi; herhalde sonuca göre bir karar vereceklerdi! Ankara’daki birlikler zaten geç kalmışlardı; pek çoğu, görevini tam olarak gerçekleştirememişti; dahası birliklerin başında pek de subay bulunmuyordu. Kimse tam olarak ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Sokaklar, caddeler, hatta ordu karargâhları tutulmuştu; fakat öylece kalınmıştı da.
Radyonun kaderi
İlk ihtilâl bildirisi okunduğunda imza olarak Talât Aydemir’in isminin geçmesi muhtemelen doğru bir karar değildi. Bazı birlikler, Aydemir’in ismini yeterli güvence olarak görmemişti. Fakat kader anı, Ali Elverdi’nin radyo binasını basıp, yayını kesmesiydi. Radyodan ihtilâlin önünün alındığı anonsu geçince, Ankara’da bazı birlikler; İstanbul’da ise harekete geçmeye hazırlanan ya da geçmiş bulunan bütün birlikler geri dönmüşlerdi! İstanbul’da adeta hiçbir şey olmamıştı! Ankara’da da durum çok karışıktı. Sabaha karşı hükûmet güçleri karşılık vermeye başlamıştı.
Dahası hükûmete bağlı hava kuvvetlerinin jetleri de devreye girmişti ve ihtilâlcileri vurmakla tehdit ediyorlardı. Nitekim ateş de açıldı. Birkaç kişi öldü; yaralılar da vardı. Ankara sokaklarında ordu birlikleri karşılıklı savaşıyordu. Genelkurmay başkanlığı bile kurşunlanmıştı. Radyonun tamamen susması, ardından ihtilâlciler arasındaki haberleşmenin tamamen kesilmesi, yolun sonuydu aslında. 21 Mayısçılar, sabaha karşı teslim oldular. Büyük kısmı zaten bundan önce geri çekilmişti bile. 21 Mayısçı Harbiyeliler yargılandılar ve çoğu beraat ettiyse de, disiplinsizlik yüzünden okuldan atıldılar. Aydemir ile Gürcan, bu kez affedilmedi ve asıldılar. Pek çok 21 Mayısçı hapse mahkûm edildiyse de, birkaç yıl sonra çıkan af yasasından yararlandılar.