Muhafazakârlar, Türkiye toplumunun büyük bir kesimini oluşturmalarına rağmen, onyıllar boyunca devletten uzak tutuldular. Son on yılda sürekli olarak “devleti ele geçirmekle” suçlanmaları, bu ayrımcılığın bir ifadesiydi. Devletin, onu 1920’lerde cebren ele geçirmiş olan kesimde, yani Kemalistlerde kalması gerekiyordu çünkü.
Fakat, bu eski düzen sessiz bir devrimle yıkıldı ve “Yeni Türkiye”nin inşası başladı. Bu ise, evvelden “öz vatanında parya” olan muhafazakârları yükseltiyor, devletin ve toplumun merkezine yerleştiriyor.
Peki ama bu süreç sonunda nereye varacak? Mesela 10 yıl sonra, 2023’te, nasıl bir Türkiye ortaya çıkacak ve muhafazakarların bunda rolü ne olacak?
Gizli gündem hikayesi
Eski sistemin “bekçisi” (ve kazançlısı) olanlar, bu soruya baştan beridir “gizli gündem” cevabı verdiler. Yani muhafazakârların otoriter bir İslamcı sistem hedeflediğini, “özgürlük, demokrasi” söylemlerinin sadece “takiye” olduğunu savundular.
Oysa bence bu gizli gündem teorisi paranoyadan ibaret idi. Kemalistlerin kaybetme travmasıyla “milli” bir hasletimiz olan komplo-severliğin bir senteziydi.
Gerçekte ise, bırakın gizli gündemi, 2000’lerin başında oluşan yeni muhafazakar eğilim, öyle kapsamlı bir teorik zemin bile hazırlamadı. Daha ziyade “kervan yolda düzülür” pragmatizmiyle yola çıktı. 90’lı yıllardaki bazı fikri açılımların, mesela İslam ve demokrasi uyumunu savunan görüşlerin faydası oldu kuşkusuz. Ama asıl dinamik, oluşan “yeni orta sınıf”la beraber, hayatın doğal akışıydı.
Ben, bu nedenle, ikide bir ısıtılıp ısıtılıp öne sürülen “gizli gündem” hikayesini ciddiye almıyorum. Bu hikayeye baştan inananların, kendilerini destekler gibi gözüken söz ve olayları cımbızlayıp kullanmaları da bunu değiştirmiyor.
Fakat yine de muhafazakârların nereye varacağı sorusunu ciddiye almak gerekiyor. Çünkü daha önce denenmemiş bir tecrübe var önlerinde: İktidarla imtihan.
İki senaryo
Bu tecrübenin sonucunda, örneğin bundan 10 yıl sonra, çok olumlu bir tablo çıkabilir. Muhafazakârlar, kendilerini hakir görenlerin Türkiye’ye giydirdiği deli gömleklerini yırtmış, sadece kendilerini değil tüm kesimleri özgürleştirmiş, ülkeyi barış ve refah yurdu kılmış olabilirler. Bu büyük başarı, tüm İslam dünyasına da ışık tutar. Benim iyimser beklentim de bu.
Ancak olumsuz bir senaryo da mümkündür: On yıl sonra Türkiye’ye bakan objektif yorumcular, muhafazakârların sadece kendilerine yarayan bir dönüşüme imza attıklarına, “eski sistemi tersine çevirdiklerine” de hükmedebilir.
İşte bu ikinci ihtimalden kaçınmak için, eski sistemin sahiplerini öcüleştirmek yerine, onların hatalarından biraz ders ve ibret almak gerekiyor.
Mesela görmek gerekiyor ki, bir kesimin devletle özdeşleşmesi, sadece diğer kesimler değil, bizzat bu kesim için de kötüdür. Çünkü onları giderek hantallaştırır, çapsızlaştırır. Rekabet olmayınca gelişme de olmaz. Devlette yükselmenin anahtarı objektif başarı değil de ideolojik uygunluk olunca, liyakat yok olur.
Bugün Kemalistlerin entelektüel, siyasi ve sivil düzeyde acınacak derecede zayıf, yeteneksiz ve hatta çocuksu olmalarının temel sebebi budur.
İşte bu durumun İbn Haldun-vari bir tekrarını yaşama tehlikesine karşı muhafazakarlar dikkatli olmalı. Demokratikleşme sayesinde tabii ki devlete yaklaşacak, bazıları onu yönetecekler. Ama sivil bir tutumun da ayakta kalması lazım ki, eleştirellik ölmesin. Ve devlette liyakatin esas kılınması gerek ki, kimse dışlanmadığı gibi, rekabet dinamiği herkesi geliştirsin.