Bazı kelimeler tek başına saatlerce düşünülmeye değerdir.
İşte bir tanesi: “Yalın”
Ne demektir yalın?
TDK diyor ki; “Karışık, karmaşık olmayan, kolay anlaşılan, gösterişsiz, süssüz, sade.”
Yalın’dan çıkıp önce “yalınız”, sonra da “yalnız” türetilmiş.
“Yalnız” kelimesini de şöyle açıklıyor sözlük:
“Yanında başkaları bulunmayan, tek başına olan.”
O hep kaçtığımız “yalnızlık” derinlere inildiğinde pek de korkutucu değildir belki de.
Yalnızlığı yoksunluk olarak kodluyor zihnimiz.
Oysa yalınlaştırılmış, sadeleştirilmiş bir hayatta tek başına olabilmek, durabilmek ve kalabilmek kıymetli bir özellik değil mi?
Neden “yalnız” kalmak istemiyoruz? Etrafımızda “öylesine” birilerinin olması kıymetli bir yalnızlıktan neden daha iyi geliyor?
Tek başına yaşayanlardan ya da günün belli saatlerinde evde yalnız olanlardan çok duyarsınız, “Eve gelir gelmez televizyonu açarım, ses olsun, yalnız kalmayayım diye..”
Tek başımıza geldiğimiz ve tek başımıza geri döneceğimiz bir hayatta bu kadar “birileri” meraklısı olmak niye?
Çokluk, kalabalık, yığınla insan demek mutlu, mesut ve yalnızlıktan kurtulmuş insan demek değil.
Çokluğu, kalabalığı isteme sebebimiz de zaten kendimize kızgın veya kırgın oluşumuz. Yahut da epeyce zaman önce muhabbeti kesmiş oluşumuz.
Kendimizde bulamadığımızı kalabalıklada aramak niye?
Beklediğimiz güzel sözleri duyamamayı gürültüyle bastırmaya çalışmak niye?
Kendimizi bu kadar sevmeyişimiz niye?
Yalın değiliz, sade değiliz, yalnız değiliz ama sanal kalabalıklarla mutlu da değiliz.
Özümüze dönmemiz gerek ama yolu çoktan kaybetmiş pek çoğumuz.
Hani kendisiyle konuşana deli derler ya, boşuna değil.
İnsanlar uzaklaşsın kendinden, konuşmasın, irtibatı selamı sabahı ve de merhabayı kessin diye.
Tek çare kendimizle konuşmakta.
Kendimizi sevmeye çalışmakta.
Kusurlarıyla, sadeliğiyle, yalınlığıyla.
Allı-pullu, simli, dekor gibi süslenmiş ama aslı karton olan kalabalıkların değil kendinin peşinden koşmakta.
O boş, kuru kalabalıklardan kurtulduktan, özümüzle mutlu olmayı başardıktan sonra yeniden inşa edeceğiz çevremizi.
Zamanında, vaktin birinde, develer tellal iken sırf yolumuz bir kez kesişti diye, aynı okulda okuduk, aynı işyerinde çalıştık ya da aynı mahallede büyüdük diye “bir” olamadığımız insanları elemiş olacağız. Temize çekeceğiz çevremizi.
Damıtılmış, gönül gözüyle iğne oyası işler gibi işlenmiş, özümüze benzeyen bir çevre olana dek.
İşte 2019 tam da bütün bunları yaparak başlamalık bir yıl gibi geliyor, son birkaç gün öyle gösteriyor onu.
2019’dan bir şeyler bekleyerek değil, 2019’a bir şeyleri değiştirerek girmenin sonuç getireceği aşikâr.
Neticede geçmiş yıllardan antremanlıyız hepimiz.
31 Aralık’a kadar 2019’a hazırlık yazılarına devam edeceğim.
Takipte kalınız.