Sayın Davutoğlu’nun yaptığı ekonomik perspektifler sunuşunda 2018 senesi için ortaya koyduğu 1.3 trilyon dolarlık milli gelir hedefi muhtemelen bire bir yakalanması hiç kolay olmayan bir hedef.
Sayın Ali Babacan da Başbakanlığa sunulan veri setinde bazı yanlış anlaşmaların olduğunu ifade ediyor galiba.
Ancak ben, bugünkü yazımda meselenin başka yönlerine değinmek istiyorum.
İlk değinmek istediğim konu, ortaya konan çok iddialı büyüme, kişi başına gelir hedeflerinin, bir dizi teknik nedenlerden dolayı kolay ulaşılır olmasa bile, olumlu yönlerinin bulunduğu.
Birinci olumlu yön vatandaşı heyecanlandıran olumlu perspektiflere toplum olarak ihtiyacımızın oluşu.
Üstelik bu vaadi yapan siyasi otorite önemli bir risk de alıyor, 2018 çok yakın bir tarih, toplum kolay unutuyor ama birileri, 2018’e geldiğimizde, milli gelir düzeyi 1.3 trilyon dolardan çok uzak, AK Parti de hala iktidarda ise, yöneticilere hatırlatır.
Siyasi otorite de bu riski çok iyi algılayacağından 2018 yolunda bu hedefe ulaşılamasa bile, çok zor, hatta imkansız, yaklaşmak için elinden geleni yapacaktır, bu da önemli bir şeydir.
Gelelim ikinci olumlu yöne: Peki siyasi otorite bu çok iddialı, gerçekçi gibi gözükmeyen hedefe yaklaşmak için ne yapacaktır, daha doğrusu da ne yapmalıdır?
2014 senesinde milli gelir, dolar kuru biraz sakinleşir ise, 850 milyar dolar dolayında gerçekleşecek.
2014’den 2018’e milli gelirin 850 milyar dolardan 1.3 trilyon dolara sıçramasının, daha doğrusu bu çok gerçekçi olmayan hedefe yaklaşmasının, dolar kurundan bağımsız olarak reel üretim artışı ile imkansızlığı ortada.
Bu hedefe yaklaşmanın yegane yolu 2018 perspektifinde TL’nin dolar karşısında önemli ölçüde değer kazanması.
Bu perspektifin yani TL’nin dolar karşısında önemli ölçüde değer kazanmasının gerçekleşmesi ise, üstelik ABD Merkez Bankası’nın izleyeceği yeni para politikaları da düşünüldüğünde, Türkiye’ye çok ama çok büyük miktarlarda ABD dolarının gelmesi, çok büyük ölçüde doğrudan yabancı yatırım sermayesi çekmemize bağlı.
“Çok büyük ölçüde doğrudan yabancı yatırım (FDI) sermayesi çekmek” derken muradım senede en az elli milyar dolar (FDI).
Bu mümkün mü?
Evet mümkün, üstelik çok da uygun olmayan küresel ekonomik koşullara rağmen mümkün.
Türkiye bu doğrudan yabancı sermaye yatırımını çekebilir ise bu FDI girişleri başka kaynak girişlerini de uyarır ve böylece 2018 perspektifinde, 1.3 trilyon dolarlık hedefe ulaşılmasa bile hem büyük reel üretim artışları olabilir hem de değerlenen TL nedeniyle hem kişi başına gelir hem de milli gelir düzeyleri dolar bazında çok yükselir.
Türkiye’nin kısa ve orta vadede başka hızlı ekonomik büyüme yolunun da olmadığı kanısındayım.
Peki bu büyük kaynak girişleri nasıl gerçekleşir?
Hukuk devleti ve demokrasi standartlarını AB ve ABD düzeyine çekerek, yükselterek, gümrük birliği ile, AB ile, AİHM ile kavga etmeyerek.
Sayın Davutoğlu’nun ortaya koyduğu 1.3 trilyon dolarlık hedefe ulaşmak demiyorum ama yaklaşmak sadece ve sadece dört dörtlük, mükemmel bir hukuk devleti çizgisi ile mümkün, gerisi ise, kimse alınmasın, boş laf.
Büyümeyi çok yukarılara, ancak ve ancak, hukuk devleti ve demokrasi ile, eğitime büyük ve doğru yatırımlar yaparak çekebiliriz.
Sayın Davutoğlu’na da bir naçiz öneri: “AİHM’in aklına ihtiyacımız yok” diyerek evrensel/batı hukuk ilkelerine hatta bizim Anayasamızın 90. Maddesinin son paragrafına (AK Parti’nin en muhteşem icraatıdır) muhalefet ile 1.3 trilyon dolarlık milli gelire 2018’de yaklaşmak daha da zorlaşıyor.
Tahkim dahil küresel yargı mekanizmalarının küçümsendiği bir ülkeye yabancı yatırım gelmeyebilir, gelmez ise de 1.3 trilyon hedefi gibi beni de heyecanlandıran hedefler gerçekçiliklerini kaybeder.