Seküler ulus devlet uygulamaları; Türk modernleşmesinin ve devletin uygulamalarının yalnızca akıl almaz mağduriyetler, kan ve gözyaşı ortaya çıkarmasına neden olmadı. Aynı zamanda, farklı mağduriyetler birçok siyasi hareketin gelişim, olgunlaşma ve sofistikasyon düzeyini doğrudan belirledi. Bu durum, aynı anda sağ ve sol siyasi hareketlerin büyük bir kısmı için geçerlidir. Ve bu hareketlerin neredeyse tamamı, Kemalizm’den nasiplerine düşen ‘arızalarını’ fazlasıyla aldılar. Mevcut kısır döngüyü kırabilen ve ardından da sürdürülebilir kılan fazlaca hareket de çıkmadı. Bu yönüyle AK Parti bir istisnayı temsil etmektedir.
Geçen yüzyılda inşa edilen kısır döngüden kurtulup kurtulamamanın birçok emaresi olabilir. Lakin basit bir sualle de tespit yapmak mümkün. O sual şu: Geçen yüzyılda yaptığınızdan ne kadar farklı şeyler yapıyorsunuz? Ya da bidayetinizdeki siyasal, toplumsal ve örgütsel halinizle, bugün arasında nasıl bir fark var? Bu soruları PKK için dile getirdiğimizde oldukça sıkıntılı bir manzara ortaya çıkıyor.
PKK, daha bidayetinde silahı oldukça bilinçli bir şekilde, kendi ütopyasının peşinde koşmak üzere tercih eden bir hareket. Bu tercihin maliyetinin ne olacağını en baştan gayet iyi bilen bir yapı. Muhtemel maliyetleri sol ütopya içerisinde ne kadar meşrulaştırırsa meşrulaştırsın, kanlı bir sürecin nelere yol açacağının sonuna kadar farkında olarak tercihlerini yaptılar. Silaha sarılmanın beraberinde sadece kanlı bir sürecin önünü açmayacağını, aynı zamanda farklı güçlerle de çapraz ilişkiler geliştireceklerini, nesneleşeceklerini de çok iyi biliyorlardı. Bu güçler bazen bölgesel, kimi zaman küresel, çoğu kez de Türkiye içinden oldu. Zira vesayet rejimi, PKK mazereti ile demokratikleşmeyi rahat yirmi yıl geciktirme lüksüne sahip oldu.
Şimdi sorumuza geri dönersek; gelinen noktada PKK, otuz yıl önce bulunduğu hattan farklı bir çizgi takip etme kabiliyetine ne kadar sahip? 6-8 Ekim manzaralarını aşacak bir perspektife, siyasal vizyona ne kadar sahip? Otuz yıl önce farklı Kürt grupları bastırmakla meşgul olan, TSK ile savaş yoluyla toplumda zemin kazanmaya çalışan bir hareket bugün nerede duruyor?
Bu sorulara isabetli cevaplar bulabilmek için, sadece Çözüm Süreci’nin başladığı 2013’ten beri PKK’nın nerede durduğuna ve ne yaptığına bakmak yeterlidir. 30 yıl önce, PKK’nın bütün terör eylemlerine rağmen, hem vesayet rejiminin metotları hem de ulus devlet marazlarının ortaya çıkardığı ideolojik refleksleri, PKK’ya meşru bir alan inşa etme imkânı sağlıyordu. 2014’te ise gerek yaşanan devasa demokratik dönüşüm gerek ise Kürt Meselesi’nin tabiatının yapısal olarak baştan aşağı değişmiş olması, tartışmasız yeni bir düzlemin varlığına işaret etmektedir. Hal bu iken, yani kendisi dışındaki aktörler, toplumsal ve siyasal yapı, hatta bütün ekosistem dönüşmesine rağmen, PKK, silahlara sarılarak ‘terör örgütü’ olmaktan başka bir şey olabilir mi?
Vesayet rejiminin yıllarca ‘çok zekice’ olduğunu düşündüğü ‘terör ile vatandaşı birbirinden ayırma’ politikası, akılsız olduğu kadar gerçekliği olmayan bir stratejiydi. Sırf bu sebeple hiçbir karşılığı olmadığı gibi, PKK’ya verilen desteğin ete kemiğe bürünmesini sağlamıştı. Dağda terörü temizlemeye, ovada ise Kürdü inkâr etmeye çalışan yaklaşım ne kadar tutarlı idiyse; PKK’nın bir taraftan sokaklarda terör estirmeye diğer yandan da siyasi parti marifetiyle demokratik siyasetin içerisinde var olmaya çalışması da o kadar tutarlıdır. Bu cümleler, PKK için son yıllarda sıradan tespitlere dönüşmüş durumda. Yeni olan durum ise özellikle Çözüm Süreci’yle birlikte, 1980’lere hiç olmadığı kadar dönen PKK’nın varlığıdır.
Eğer PKK’nın başladığı noktadan ayrılmama saplantısı devam ederse, önümüzdeki en büyük badire Çözüm Süreci’nin tamamlanmasından ziyade, ‘PKK-HDP çizgisinin rasyonelleşme krizi’ olacak.Bu krizin, dağda kalmış aktörler açısından ne siyasi ne de stratejik bir rahatsızlık yaratmadığı ortada. Lakin birkaç milyon kişinin oy verdiği parti ve hepsinden önemlisi PKK çizgisinde olmayan ama aynı bölgede yaşayan milyonlarca insan açısından ciddi bir mesele olduğu muhakkak.
2015’e girerken, 1984’te kalmaya çalışan bir aktörün, çatışma üzerinden kısa vadede kendi dünyasında nasıl bir kâr hesabı yaparsa yapsın, geleceğe dair sözü olan bir unsur olarak varlığını sürdürmesi mümkün değil. Bunun ilk emaresi, PKK yakın tarihinin tersten işlemesi olacak. Önce Kürt siyasi aktörlerin sayısı artacak, ardından silahların maliyeti en sert şekilde hissedilecek ve eninde sonunda bir iç muhasebe sürecine başlamak zorunda kalınacak. Bu kaçınılmaz durum, Çözüm Süreci’nde rasyonel bir aktör olmayı tercih ederek yönetilebilir bir sürece dönüşebilir. Aksi bir tercih, Kürt meselesinin PKK ile yer değiştirmesi olacak.