Seçim sonrasında gözler Türkiye’nin yeni siyasi mimarisinin nasıl şekilleneceğine çevrildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, neresinden bakarsanız bakın seçimlerin galibi ve siyasetin yeni mimarisinde en büyük rol yine ona verildi.
Kuşkusuz yeni dönemler, aynı zamanda yeni aktörlerin önünün açılması demektir. Başbakan Erdoğan, bürokrasiden siyasete kadar geniş bir alanda böyle bir değişim hamlesi yapacak mı? Bu durumu sadece kabine değişikliği üzerinden okumak yanıltıcı olur. Çünkü seçim öncesinde ortaya çıkan manzara ve Erdoğan’ın verdiği mesajlar, bu yönde daha köklü bir hamlenin olacağı beklentisini hayli yükseltmiş durumda.
Aktör değişiminin yanı sıra, dış politikadan ekonomiye kadar belki de çok radikal bazı hamlelerin olacağını da öngörmek mümkün. Memleketimiz okur yazarları arasında pek fazla itibar görmese de, ABD ve Rusya arasında giderek artan bilek güreşinin, galiba en fazla ilgilendirdiği bölgede yaşıyoruz.
Rusya, son yıllarda gerek eski Sovyet coğrafyasında, gerekse en azından geçmişte zihin kodlarına dokunduğu ülkelerde hayli ciddi kazanımlar elde etti. Ukrayna-Kırım hattında yaşananlardan Suriye’ye kadar geniş bir alanda kararlı adımlar attı. Beklentilerin aksine de bu alanlarda varlığını ve gücünü koruyacak gibi görünüyor.
***
Soru şu aslında: Türkiye, ABD ve Rusya’nın bu yeni güç kavgasında nerede duracak. Bu duruş, aynı zamanda dış politikanın yeni kodlarını şekillendirecek.
Yakın tarih, Türkiye’nin bu iki büyük güç arasındaki çatışma ya da rekabette oynadığı role dair pekçok ipucu verebilir. Ancak bugünü farklı kılan Ankara’nın terazideki ağırlığının geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde fazla olması.
Amerikan yönetiminden seçim sonrası gelen ‘Biz Türkiye ile her konuda anlaşmak zorunda değiliz, ama pek çok ortaklığımız’ var mealindeki açıklamayla, Erdoğan’ı seçim sonrasında ilk tebrik eden liderin Putin olması üzerinde durmaya değer.
Türkiye artık edilgen bir denge unsuru olarak değil, etkin bir denge ortağı olarak sahnede yer alacak. İçerideki bunca hengameye, gürültüye ve de operasyona rağmen Tayyip Erdoğan’ın siyaseti düzenleme konusunda seçmenden bir kez daha vize almasının asıl nedeni bu.
Burada iç dengelere takılıp kalmayan, bölgeyi, hatta belli sorunlar ve başlıklar üzerinden küresel ölçeği dikkate alan her bakış açısı, Türkiye’nin müzakere sürecini devam ettirebilmesinin olmazsa olmaz olduğunu görecektir.
Nitekim seçim sürecinde bir parça yolsuzluk iddialarının gerisinde kalsa bile, Erdoğan’ın Kürtlere gizli vaatlerde bulunduğuna dair propaganda hayli yaygındı. Ancak tıpkı 12 Eylül 2010 referandumunda ve tıpkı 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde olduğu gibi millet müzakere sürecinde yola devam edilmesi yönünde bir kez daha desteğini ifade etti.
Ancak bu desteğin kendi içinde bazı endişeler taşıdığını, MHP’nin ciddi oylar aldığı ya da kazandığı bazı bölgelerde görebilmek mümkün. Adana ve Mersin çok önemli iki örnek olarak incelenmeli.
***
Türkiye’nin siyaseten kararlı olması ve aynı zamanda yönetmesi gereken sorunlarına daha pek çok başlık eklenebilir. Ancak müzakere konusuna özel bir başlık açmamızın nedeni, burada alınacak sonuçların Türkiye’nin bölgedeki gücünü kat kat artıracağını öngörmemiz.
Siyasi sınırlarımızda yaşayan Kürtlerin, yerel seçimlerde aldığı sonuçları ‘haritalar’ üzerinden okuyanların, nedense siyasi sınırlarımızın hemen ötesine bakmak bir türlü akıllarına gelmiyor.
Oysa tarih, oysa coğrafya bize başka bir gelecekten, siyasi sınırlarımızı aşan bir etkinlik alanından bahsediyor. Bunu görmemek için bunca inat niye!