2002’den beri seçim geceleri ortaya çıkan siyasi coğrafya haritasını ısrarla anlamak ve görmek istemeyenler, 1 Kasım gecesi de fena halde yanılmış oldular. Bu haritanın siyasal iletişim teknikleriyle, başka başkentlerden sokma akılla ürettikleri konjonktürel ve taktiksel hamlelerle, haritanın bir şehrindeki binlerce sokağın birinde gösteri yaparak, terörizme gömülerek değiştirilmesinin fiilen imkânsız olduğunu anlamamakta ısrar edip durdular.
Eski Türkiye meselesinin zannettiklerinden büyük bir travma, yeni Türkiye’nin ise hayal etmekte ve kabullenmekte zorlandıklarından daha büyük bir devrim olduğunu görmek istemediler. 1 Kasım’ın neticesi, 2002 Devrimi’nin şüpheye yer bırakmayacak şekilde tescil edilmesi oldu.
Elbette bir önceki cümleye dair söyleyeceklerinizin olması için, 2002’de bir devrim yaşandığını maddi bilgi düzeyinde idrak etmeniz gerekiyor. Trajik olan; yaşanan devrime karşı çıkmanın devrimin varlığını ortadan kaldırdığının zannedilmesi. Bu yaklaşım maalesef siyasetin bir konusu olmaktan çok psikolojinin konusu. Ve fazlaca yapılabilecek bir şey de bulunmuyor.
AK Parti’nin, Meclise giren tüm partilerden daha fazla oy olarak, daha önemlisi, muhalefetle mukayesesi mümkün olmayacak bir şekilde Türkiye siyasi coğrafyasının tamamında temsil kabiliyetine sahip olmasını açıklamakta bir zorluk bulunmuyor. Eğer maddi bilgi, siyaset, tarih ve sosyoloji ile amansız ve akıldışı bir kavgaya tutuşmamışsanız, 1 Kasım Türkiye seçim haritasını rahat bir şekilde tefsir edebilirsiniz. Asıl anlaşılması imkânsız olan ise siyasal bir renk körlüğü ile muhalefetin durumu üzerinden büyük beklentiler içerisine giren okumalardır. Bu analizlerin ve beklentilerin dünyasını tefsir etmek gerçekten her babayiğidin harcı değil.
Gelinen noktada, seküler cemaatin tamamı birbirine benzeyen ve birbirini besleyen dünyasındaki Türkiye analizlerinin iflas ettiğinin ilan edilmesi gerekiyor. Kendileri dışındaki her şeye dair oldukça keskin kanaatleri olan bu güruhun ciddiye alınır bir tarafının kalmasının tek çıkar yolu, açık bir özeleştiri sürecine girmeleriyle mümkün olabilir. Ancak henüz ufukta böylesi bir gelişme görülmüyor. Zira estirdikleri entelektüel vandalizmin şehvetine fazlasıyla kapılmış durumdalar. Bu da, yüzleşme ihtimallerini her geçen gün biraz daha azaltıyor.
Neredeyse Türkiye’nin son yarım yüzyılındaki her on senede bir, düşüncelerinden pişman olup istifa ederek entelektüel sahnedeki yerlerini teminat altına almış bu isimlerin, içlerindeki derin oryantalizmi yenerek yeni bir yüzleşme yapmalarını bekliyoruz. Bu beklentinin, aynı güruhun Türkiye okumasından daha hayalci olup olmadığından da emin değiliz.
31 Ekim günü bu köşede yayımlanan ‘1 Kasım imtihanı’ başlıklı yazımızda, “AK Parti dışındaki bütün partiler belli oranlarda merkezkaç bir fonksiyon ifa ediyorlar. Seçmen bu merkezkaç unsurların güçlenmesini engelleyecek bir tepki verecektir... AK Parti’nin güçlenmesi, orta ve uzun vadede ise travmaların sakinleşmesiyle merkezkaç unsurların zayıflaması süreci başlayacaktır.
AK Parti bu süreci ciddiyet ve suhuletle yönettiği sürece, siyasal ve toplumsal merkezi tahkim eden aktör olmaya devam edecektir. 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönemde, ciddiyetini koruyarak sinirlerine hâkim olmasından dolayı ilk imtihanı başarıyla geçti. 1 Kasım’da bu başarının ödülünün ne kadar olduğunu göreceğiz” satırlarını okumuştunuz.
1 Kasım’ın neticesi, 2002 Devrimi’nin sürekliliğini koruyacak şekilde millet tarafından siyasal ve toplumsal merkezin tahkim edilmesi oldu. Bundan sonra mesele, bu tahkimatın idrak edilip edilmediği olacaktır. Bu aşamada, tahkimatın somutlaşmış hâli olan Türkiye omurgasına, merkezkaç unsurların ne oranda tutunmayı başaracakları ise hayati önem taşımaktadır. Muhalefet Türkiyelileştiği oranda krizinden çıkabilir. Türkiyelileşmek ise eski-Türkiye marazlarını siyasi eksenleri olmaktan çıkarmalarıyla mümkün olabilir.