Türkiye’de çok partili hayata geçildiğinden beri, seçimler marifetiyle az sayıda da olsa güçlü seçmen desteğine kavuşan iktidarlar oldu. Yüzde ellileri aşan oy desteğinin yakalandığı bu dönemler dahi, ‘güçlü iktidar’ çıkaran ya da vesayet rejimini gerileten sonuçlar üretemedi. Dolayısıyla seçmen desteği ile ortaya çıkan demokratik güç, müesses nizamı dönüştürecek yapısal kırılmalar için yeterli olamadı. Bu yönüyle bakıldığında, 2002 Devrimi’ni vücuda getiren AK Parti’ye seçmen desteğinin, çok partili hayata geçildikten sonra ortaya çıkan toplumsal güce nazaran cılız olduğu açıkça görülür. Hâl bu iken, AK Parti’yi Türk siyasi hayatındaki geçmiş örneklerden açık bir şekilde farklılaştıran potansiyeli üzerinde düşünmek gerekmektedir.
Geçmişte, Erdoğan’dan çok daha güçlü toplumsal desteğe kavuşan aktörlerin hayata geçiremediği ‘muktedir iktidar denklemi’ sorunsalının kaynağındaki önemli başlıkların başında ‘liderlik iradesi’ meselesi gelmektedir. Bu durumu, hem geçmişteki aktörlerin bizzat kendisinden kaynaklı veya siyasi tarihimizin farklı unsurlarından dolayı nasıl hayata geçtiği, alınan oy oranları ve iktidar akıbetleri üzerinden kısa bir hafıza tazelemesi ile ortaya koymak mümkündür.
Erdoğan, öncelikle ‘millet iradesi’ mottosunu merkeze alarak, vesayet tarihimizle seçmenin iradesi arasındaki bu maliyetli köprüyü yıkmayı başaran isim oldu. ‘Yeter söz milletin’ çıkışının 27 Mayıs darbesiyle anlamsız hale gelişinden bu yana, Türkiye’nin içine düştüğü kısır döngüden çıkılışına ve ilk kez bir liderliğin mezkûr slogandan geri adım atmayışına şahitlik ettik.
Erdoğan’ın ‘emanete sahip çıkmak’ şeklinde formüle ettiği bu tutum, seçmen tarafından 1960 sonrası ilk kez büyük bir teveccühün yeniden ortaya çıkmasını sağladı. Aksi bir durum, bugün 2002’yi bir devrim diye konuşmamızı engellemeye yetmesi bir yana, ‘ikinci kurucu iktidarın’ da uzunca yıllar vesayet rejimi lehine buharlaşmasına yol açabilirdi.
Vesayet rejimi, yarım yüzyıl boyunca milyonlarca seçmenin iradesinin ya iktidara taşınmasını engellemenin ya da anlamsız bir şekilde siyasete tercüme edilmesinin mekanizması oldu. Erdoğan, bu iradeyi somut bir şekilde iktidara taşıyarak ve berrak bir şekilde de siyasete tercüme ederek, liderliğini ortaya koydu. Geçmiş tecrübelerini fazlasıyla canlı bir şekilde hafızasında tutan geniş kitleler, siyasal sistem içerisinde varoluşlarını liderlik üzerinden anlamlandırma yoluyla özgüven kazanarak, Erdoğan’a transfer ettiler. Taban ve liderliğinin birbirini yoğun bir şekilde beslemesi, oldukça muhkem bir ünsiyetin ortaya çıkmasını sağladı.
Bu durum açık bir şekilde, müstakil bir ideolojik çizgisi olan hareketlerin (Refah Partisi, MHP vs.) dışında kalan ve merkeze oturan siyasal partilerin tecrübelerinden farklıydı. Mesela ne Menderes ne de Özal, kitlelerle kurdukları başarılı ilişkiler olmasına, hâlâ geçilememiş oy destekleri almış olmalarına rağmen, Erdoğan’a benzer bir ‘lider-taban’ ünsiyetine sahip olamadılar. Daha önemlisi, Erdoğan’ın vesayet rejimi karşısındaki pro-aktif pozisyonuyla mukayese edildiğinde, dönemin şartları içerisinde vesayet rejiminin açtığı alanla sınırlı bir idareciliğin ötesine geçemediler. Lakin bu durum bir başarısızlık olarak ele alınmamalı, aksine Türk siyasi tarihinin tabiî akışı içerisindeki bağlamıyla okunmalıdır. Bu bağlama bakıldığında, geçmiş liderliklerin hem formasyonları hem de şartlar itibariyle makûs tarihi kıracak imkânlarının çok güçlü olmadığı da görülür.
Lakin benzer bir okumayı Erdoğan için yaptığımızda, 2002 şartlarının da oldukça zorlu olduğu görülecektir. Erdoğan iktidara gelmezden beş yıl önce, bir darbe ile partisi hükûmetten düşürülmüş, vesayet rejiminin tam da tahkimat yaptığını düşündüğü bir dönemde liderlik imtihanına girmişti. 28 Şubat kansız bir darbe olmakla beraber, hem siyasi elitleri hem de sıradan milyonlarca insanı aynı anda mağdur ederken, vesayet rejiminin geri dönülmesi imkânsız olduğunu düşündüğü bir siyasi atmosferin yerleşmesini sağlamıştı. Erdoğan’ın, neredeyse oksijenin ancak nefes alıp vermeye yettiği bir siyasal ortamda liderlik göstermesi gerekiyordu.Seçmen, Erdoğan’ın sebat gösterip liderlik sergileyeceğini ve geçmişten farklı olacağını düşündüğü anda, 2002’yi ortaya çıkardı, ardından 22 Temmuz’da tartışmaları sonlandıracak şekilde desteğini göstermiş oldu.
Bu liderlik büyük ölçüde 2002’ye devrim niteliğini kazandırdı. Erdoğan’ın geçmiş liderliklerle ayırt edici özelliklerinin ortaya çıkmasını sağladı. İlk yıllarında geçmiş liderler üzerinden Erdoğan okunurken, 2007 sonrası Erdoğan üzerinden önceki liderlikler değerlendirilmeye başlandı. Zaman içerisinde Türkiye’nin sınırlarını aşan etkisinin ortaya çıkmasıyla beraber, liderliğin rolü şüpheye yer bırakmayacak şekilde tescillenmiş oldu. Hatta bu durum, Arap İsyanları sırasında ‘lidersiz devrimler’ başlığı altında Erdoğan örnekleriyle ele alınmaya başlandı. Liderliğini ortaya çıkaran 2002 Devrimi, daha rahatlamış bir şekilde tarihe, zamana ve mekâna dair tahayyülünü ortaya çıkarma imkânı buldu.