CHP’nin sorunlarının yapısal ve tarihsel olduğunu göz ardı ederek, güncel politikadan hareketle, ona akıl vermeye çalışanların beyhude bir çaba içinde olduğunu görmeliyiz. Bunun için de öncelikle CHP’nin devletle olan tarihsel göbek bağına ışık tutmalıyız.
Tek parti döneminde CHP, devletten önce değil, sonra gelen, devlet katında eşitliği kabul edilmeyen, devlet teşkilâtı ve bürokrasi tarafından hiyerarşik olarak aşağıda görülen bir organdı. Parti, devletin gözünde, kendisine ayak bağı olmaması gereken, kendisinden her zaman ve her bakımdan sorgusuz sualsiz yararlanılabilecek bir örgüttü. Bu örgüt, devlet teşkilâtı ve bürokrasiyle rekabet içinde olmamalı; aksine onun hizmetinde ve emrinde olmalıydı. Ve hep de öyle kalmalıydı!
Buna karşılık, partinin bürokrasi karşısında kendisini göstermeye çalıştığı her aşamada, devlet duvarının bütün haşmetiyle karşısına dikildiğini görebiliyoruz. Devlet, partiyi kendisini denetleyebilecek ya da ona yol gösterebilecek eşiti olarak görmek istemiyordu. Bundan kaçınıyor ve bu yöndeki bütün çabaları ve atılımları kıracak sert bir savunma gösteriyordu.
1936 kaynaşması
1936 yılında CHP ile devletin resmî olarak da kaynaştığını biliyoruz. Görünen odur ki, zaten daha en başından itibaren bir siyasî parti ve örgüt olarak yeterince güçlü ol(a)mayan CHP, bu kararla devlet tarafından emilmiş oluyordu. Bu karara ve kararın uygulanmasına ilişkin Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan CHP evrakı arasında bazı belgelere rast geldim. Şimdi bu belgelerden ve bu belgelerin ışığında kararın ayrıntılarından söz edeceğim.
9 Mart 1931 tarihinden bu yana CHP Genel Sekreteri olan Recep Peker, 15 Haziran 1936 tarihinde kaleme aldığı bir telgrafla, CHP ile Halkevi Başkanlıkları’na ilettiği yazısında yeni konumunu şöyle açıklıyordu: “Her işte en doğruyu ve en iyiyi yapan Büyük Şefimiz Atatürk, beni parti Genel Sekreterliği ödevinden affettiler. Ellerimizde onun emaneti olarak tuttuğumuz vazifenin şekli ne olursa olsun, hepimiz için en büyük şeref, son nefese kadar Kemâlizmin eserinin sadık hizmetkârları kalmaktır. Bu ayrılış ânında sizlere uzattığım elin vazife arkadaşlarım için yüreğimde yaşayan derin sevgi ve saygı duygularının sıcağı ile meşbu olduğuna inanınız.”
Peker, görevinden bizzat Atatürk’ün isteği üzerine ayrılmak zorunda kaldığını açıkça ifade etmekten çekinmemişti. Demek ki, ortada bir istifa ya da çekilme söz konusu değildi. Aksine, Peker, görevinden alınmış olduğunu açıkça ortaya koymayı tercih etmişti. Ama yayınladığı metinde herhangi bir kırgınlık okunmamaktadır. Aksine, şefe ve onun ideolojisine derin bir bağlılık vurgulanmaya devam ediyordu. Önemli olan işgal edilen siyasî pozisyon değildi; “eser”e “sadık hizmetkâr kalmaktı.” Peker’in görevinden alınması sırasında dahi hizmet önermesi dikkat çekicidir.
İsmet İnönü’nün günlüğünde ise 1936 kararı ile ilgili bir değerlendirme bulunmuyor. Fakat tarihi belirsiz bir kısım şöyledir. “Geldiğim zaman R. P. [Recep Peker] burada idi. Görmedim, oturdum. Beni dikkatle takip etti. Gözlerimizin ilk tesadüfünde, derhal yerinden kalktı, buraya geldi. Ben de kendisini ayağa kalkarak kabul ettim, elini sıktım. Kelime konuşmaksızın yerine gitti.”
Devlet-parti kaynaşması
Söz konusu kararın uygulanmasına da acilen başlandığı dikkati çekmektedir. Gerçekten de CHP’deki devir-teslim işlemleri için hiç vakit yitirilmediği görülüyor. Elimizde bulunan bir yazışma, bunun açık kanıtı olarak görülmelidir. Nitekim Kocaeli valisi İsmail Hamit Oskay, Peker’in yukarıdaki telgrafından sonra, hemen ertesi gün, 16 Haziran 1936 tarihinde, İçişleri Bakanlığı’na yazdığı bir yazıda şöyle diyordu: “15.6.[1]936 günü saat (21)’de Mekece istasyonundan karşıladığım Yüce Önderimiz Atatürk’ten telâkki ettiğim emre binaen, bugünden itibaren Cumhuriyet Halk Partisi Kocaeli İlyönkurul [İl Yönetim Kurulu] Başkanlığı’nı Zonguldak saylavı Halil Türkmen’den devir aldığımı arz ile derin saygılarımı sunarım.”
Bu yazıdan da anlaşılacağı gibi, daha konuyla ilgili resmî açıklama ve tebligat yapılmadan, süreç başlatılmış oluyordu. Bu yazıda dikkat çekici olan bir başka husus da, bu tarihte CHP Kocaeli İl Yönetim Kurulu Başkanı’nın Zonguldak milletvekili Halil Türkmen olmasıdır. CHP’nin Vilâyet İdare Heyeti Başkanı, anlaşılıyor ki, seçimle değil, fakat atama ile göreve getirilmişti ve bir milletvekiliydi. Üstelik o ilin değil, bir başka ilin milletvekiliydi. Buna benzeyen başkaca örneklere de rast gelmek mümkündür.
Bütünleşme
Başbakan ve CHP Genel Başkan vekili İsmet İnönü tarafından 18 Haziran 1936 tarihinde yayınlanan beyanname bütünleşme konusuna açıklık getiriyordu:
“Cumhuriyet Halk Partisi’nin memleketin siyasî ve içtimaî hayatında güttüğü yüksek maksatların tahakkukunu kolaylaştırmak ve partinin inkişâfını [gelişmesini] artırmak ve hızlandırmak için, bundan sonra parti faaliyeti ile hükûmet idaresi arasında daha sıkı bir yakınlık ve daha ameli [pratik] bir beraberlik temin edilmesine Genbaşkurca [Genel Başkanlık Kurulu’nca] karar verilmiştir.
Bu maksatla;
-Dahiliye Vekili Genyönkurul [Genel Yönetim Kurulu] üyeliğine alınmış ve kendisine partinin Genel Sekreterlik vazifesi verilmiştir.
-Bütün vilâyetlerde vilâyet parti başkanlığına vilâyetin vâlisi memur kılınmıştır.
-Umumî Müfettişler, mıntıkaları dahilinde bütün devlet işlerinin olduğu gibi, parti faaliyet ve teşkilâtının da yüksek murakıp ve müfettişidirler.
-Vilâyetlerde İlyönkurulca intihap edilmiş [seçilmiş] bulunan başkanlar, üye durumunu almış ve mansup veya mahallince müntehap mebus başkanların başkanlık vazifeleri hitam bulmuştur. [sona ermiştir]”
Bu açıklama, kamuoyundan önce partiye, valiliklere ve Umumî Müfettişliklere yapılmıştı. Amaç, CHP’nin hedeflerinin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak; partinin gelişmesini sağlamak ve hızlandırmaktı. Bunun yöntemi olarak da, parti ile hükûmet idaresi (dikkat edilsin: hükûmet deniyor-devlet değil!) arasında daha yakın bir beraberlik ve yakınlık sağlanacaktı. Bunun sonucunda, hükûmet üyesi olan İçişleri Bakanı, CHP Genel Sekreteri olacak, devlet idaresinde aynı bakanlığa bağlı olarak görev yapan valiler ise, parti teşkilâtında vilâyet idare heyeti başkanlıklarına getirileceklerdi. Bu suretle pratikte parti-hükûmet-devlet bütünleşmesi sağlanmış olacaktı.
İÇİŞLERİ BAKANININ TALİMATLARI
İçişleri Bakanı ve bu karardan sonra artık CHP Genel Sekreteri olan Şükrü Kaya, 18 Haziran 1936 tarihinde, CHP Vilâyet İdare Heyeti Başkanları’na ilettiği bir telgrafta, “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan vekili İsmet İnönü imzası ile tebliğ olunan Genbaşkur kararını almış bulunuyorsunuz. Bu karar mucibince [gereğince] ödevinizi devir ve teslim ettiğinizi, bu anda bugüne kadar kifayet ve dirayetle ifa ettiğiniz parti hizmetlerinizden dolayı size teşekkürlerimi arz ederken, Genyönkurul’un da bu hissiyata iştirâkini bildirir ve sevgilerimi sunarım.” diyordu.
Kaya, aynı gün, CHP Vilâyet İdare Heyeti Başkanları’na ilettiği bir telgrafta, “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Vekili İsmet İnönü imzAsı ile size tebliğ edilen Genbaşkur kararı mûcibince parti başkanlık ödevini İlbaya [valiye] devretmenizi diler, sevgilerimi sunarım.” demekteydi.
Kaya, yine aynı gün, bu kez de valiliklere ilettiği bir telgrafta, “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan vekili İsmet İnönü’nün tebliğ ettiği Genbaşkur kararı mucibince, parti başkanlık ödevini parti tüzüğü hükümlerine göre deruhte ediniz. Genbaşkur kararının tatbikâtına ait Genyönkurul’un hazırlamakta olduğu talimat ayrıca bildirilecektir. İşi deruhte ettiğinizin bildirilmesini rica ederim.” demekteydi. Kaya 19 Haziran 1936 tarihinde bakanlara ve milletvekillerine yazdığı bir yazıda, söz konusu karar gereğince yeni görevine 18 Haziran tarihi itibariyle başladığını haber veriyordu.
KARARIN NEDENİ ÜZERİNE YORUMUM
Bu konuda şimdiye kadar yapılmamış olduğunu sandığım bir değerlendirmede daha bulunmak istiyorum. 1930-1937 yılları arasında Atatürk ile İnönü arasındaki anlaşmazlıkları ve çatışmaları yeniden düşündüğümüzde ortaya şöyle bir tablo da çıkabilir: 1930 yılının ikinci yarısında Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın gündeme ge(tiri)lmesi; 1931 yılında CHP Genel Sekreterliği’ne Recep Peker’in atanması; 1932 yılı sonbaharında İktisat Vekâleti’ne Celâl Bayar’ın atanması; 1932/1933 yıllarında Kadro dergisi ve yankıları ve nihayet 1936 yılında parti-devlet kaynaşması kararı ve CHP Genel Sekreterliği’ne Şükrü Kaya’nın atanması… Acaba bütün bunları Atatürk-İnönü çatışması ekseninde değerlendirmek mümkün müdür? Yani Atatürk’ün İnönü hükûmeti üzerinde denetim kurma çabalarına karşılık, İnönü’nün otoriteyi elde tutma çabaları olarak… Eğer bütün bu gelişmelere bu gözle bakarsak, o zaman Peker’in parti içinde İnönü ile birlikte kurmayı umduğu ve çalıştığı denetime karşı, 1936 yılında mevkiini tamamen yitirmesi, Atatürk’ün yakın “adamı” Şükrü Kaya’nın bu önemli pozisyonu tutması, 1936 kararının belki de gerçek nedeni olarak algılanabilir. Yani Atatürk’ün bir hamlede; (a) CHP içinde otorite ve denetimi (tabiî Şükrü Kaya aracılığıyla) kendi eline alması ve (b) asıl hâkimiyet alanının devlet olduğunu ve devletin dışında zaman zaman denetimden uzaklaşma ihtimali ve imkânı bulunan özerk bir siyasî alan bırakmama eğilimini göstermesi… 1930’lu yıllarda CHP’nin dışında hiçbir özerk/bağımsız siyasî varlık bırakmama sürecinin son halkası, bu açıdan 1936 kararı olmaktadır. Önce devlet dışında bulunan her türlü özerk siyasî varlığa son vermek, onları CHP içinde eritmek ve en sonunda CHP’yi de devlet içinde eritmek! Bu suretle devletin/hükûmetin dışında başkaca bir siyasî varlık kalmamasını sağlamak! Bu süreç iktidarın monopolize edilmesi bakımından da dikkate değerdir.