ABD’nin en idealist Başkanı Abraham Lincoln’ın köleliği kaldırma sürecini konu alan Spielberg filmi, her yönüyle çok başarılı ve etkileyici bir yapım.
ABD Anayasası’ndaki 13. Tashih iki bölümden oluşur: Bölüm 1 - Birleşik Devletlerde veya Birleşik Devletler yetkisi altındaki yerlerde, hak ederek mahkum edilmiş kişinin cezası dışında, kölelik veya zorla çalıştırılma uygulanmayacaktır. Bölüm 2 - Kongre, uygun yasalarla bu maddeyi uygulatma yetkisine sahip olacaktır.
İşte köleliği kaldırmak için yapılan bu kısacık tashihi yapabilmek için Başkan Abraham Lincoln ve Cumhuriyetçi Parti’nin dönemin Temsilciler Meclisi’nde Demokrat Parti’ye karşı verdiği mücadelenin filmi, Lincoln. Dönem ve biyografi açısından sinema okullarında ders olarak okutulacak kadar da iyi kotarılmış bir yapım. Lincoln, uzunluğuna, inişli çıkışlı olmamasına, fazlasıyla söze dayanmasına rağmen üstün teknik nitelikleri, klasik anlatıdaki başarısı ve oyuncularının performanslarıyla bütün dezavantajlarını avantaja çeviriyor. Belgesel değil kurmaca izlediğimizi unutturmadan, izleyiciye tarihin nasıl tekerrür ettiğinin ipuçlarını da veriyor...
1865 Baharı da denebilirdi Lincoln’a, eğer ABD’nin gelmiş geçmiş en sevilen ve en sayılan Başkanının bir suikaste kurban gitmesiyle sonuçlanmasaydı. Doris Kearns Goodwin’in Team Of Rivals: The Political Genius Of Abraham Lincoln (Rakipler Takımı: Abraham Lincoln’ın Politik Dehası) adlı kitaptan uyarlanan senaryo, aynı zamanda bir Lincoln biyografisi yerine de geçiyor. Elbette bir kısmı yönetmenin ve yazarın takdiri ama Daniel Day-Lewis’in yorumuyla beyazperdedeki o kişinin efsanevi Abe Lincoln olduğundan bir an bile kuşkuya düşmek mümkün değil film boyunca! Filmin yapım tasarımına diyecek yok. Hele oyuncuların saç ve makyajları o kadar iyi ki kim olduklarını bilmesek bazılarını tanımakta zorluk çekerdik. Lobici Bilbo’yu canlandıran oyuncunun James Spader olduğu jenerikte yazmasa anlayamazdım. David Strathairn,Tommy L. Jones, Sally Field hemen tanınıyor ama hayran olunası performanslar listelerine birer tarihi kişilik eklemekten de geri kalmıyor!
GUANTANAMO’YA NE DEMELİ?
Steven Spielberg’ün izleyiciyi manipüle etmekteki ustalığı hemen devreye giriyor. Anlattığı tarihi dönemi, 1865 Ocak ayında süregiden ve 13. Tashih’in 31 Ocak’ta kabul edilmesiyle zirveye ulaşan Lincoln’ın 14 Nisan’da, Konfederasyon Ordusu Başkumandanı General Lee, Birlik Ordusu Başkumandanı General Grant’e teslim olduktan beş gün sonra öldürülmesiyle trajik biten süreç olarak öyküleştiriyor. Cumhuriyetçilerin muhafazakar, Demokratların liberal bilindiği günümüz ABD’sinde, Kongre’deki lobicilik faaliyetlerinin geçmişi de sergileyerek bugüne yansımalarını vurguluyor. Lincoln’ın Başkanlık nüfusuyla Kongre’yi manipüle etmesi gibi yönetmen olarak mizanseni kullanarak bize beyaz adamın kibrini hatırlatıyor.
Son derece etkileyici açılış sahnesi, tek başına bir kısa film değerinde. Lincoln cephede, iki Afrikalı Amerikalı ve gönüllü yazılmış iki acemi beyaz askerle sohbet ettiğinde, onun eşitlik ideallerine dayalı söylevini ezberlemiş olduğunu görüyoruz. Kölelikten kurtulsa da hizmetkardan öteye geçemeyen siyahların kaderini paylaşmayı reddeden, yüzyıl sonra bile oy hakkına sahip olmayı hayal eden askerin tavrı Martin Luther King’i getiriyor akla. Belki Beyaz Saray’da oturan siyaha, Başkan Obama’ya da selam gönderdiği düşünülebilir. Peki ama Guantanamo’daki tutuklular “Hak ederek mahkum edilmiş” kişiler mi? Teröre karşı savaş diye geçirilen yasa, USA PATRIOT Act daha ne kadar geçerli olacak? Barack Obama,Lincoln ve İç Savaş’ta kan dökenlerin gerçekleşmiş ideali olarak geçebilecek mi tarihe? Bunlar da benim merak ettiklerim Lincoln’ın etkisiyle...