Bütün medya kuruluşlarına, bütün siyasi partilere, darbeyi lanetleyen bütün STK’lara teşekkür edildi... Bu satırların yazarı da, o sırada canlı yayında, bol bol teşekkür dağıttı.
Darbe gecesi gözler TÜSİAD’ı aradı.
Bir açıklaması, bir itirazı, bir kınama cümlesi olacak mıydı?
Bir tepki verecek miydi?
Geç tepki verdi ama verdi...
Bu ülkenin “makarnacı-kömürcü” addedilen “cahil” kesimi, darbeyi akim kılmak için seferber olurken, tuzu kuru ve aydınlanmış insanların yaşadığı mutena semtlerde tencere-tava sesleri geliyordu; kimi sevinç çığlıkları atıyordu, kimi pencereden sarkmış, tanklara müdahale eden kalabalıklara doğru “Bunu hak ettiniz” diye bağırıyordu.
Doğal olarak, gözler, Gezi nümayişçilerini de aradı.
İki ağaç için “hayatı durdurun” çağrısı yapan tiyatrocular neredeydi?
Erol Evgin’den “aydınlık” ve “kültürlü” bir ses çıkmış mıydı?
Emrah Serbes adlı ağzı bozuk serseri nerelerdeydi? Halkı tarayan tanklara doğru hamle edip, “Lan!” diye başlayan anlamlı bir eylem gerçekleştirmiş miydi, gerçekleştirecek miydi?
Kahramanca TOMA’ların karşısına çıkan sanatçı ve gazeteci takımı...
Cam-çerçeve indiren esprili “y kuşağı...”
Ekolojistler...
İş makinalarının önüne yatan “komik-i” Sırrı Süreyya Önder...
Böyle devam etmesi halinde “birkaç ambulans ve belediye otobüsünün daha yakılacağı” müjdesini veren Özgür Mumcu...
Bilumum Gezi taifesi...
Parçalanmış canlı yayın aracının üstüne çıkıp “zafer pozu” veren meslektaşlarımız: Ruşen Çakır kardeşimiz, Ayşe Arman hemşiremiz, Gezi yalancısı Can Dündar refikimiz, “Ay Banu, galiba devrim” diye ünleyen nevrotik bacımız...
Sosyal medyada ona buna laf sokan sosyalist şairimiz...
Neredeydiler?
İlk ciddi ve sahici tepkiyi MHP lideri Devlet Bahçeli verdi. Başbakan Binali Yıldırım’ı arayarak, “yanınızdayız” dedi ve bu darbeyi kabul etmediklerini/kabul etmeyeceklerini söyledi. Hem teşekkürü, hem alkışı hak etti.
Darbenin çözülmeye yüz tuttuğu saatlerde (halk tankların üzerine çıkmış, darbecilerin yenileceği anlaşılmıştı), CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklaması geldi.
Olabilir... Geç uyanmıştır... İşi çıkmıştır... Bir haceti vardır...
Hepsi mümkün!
Darbeyi kabul etmiyormuş Kemal Bey.
Kınama kuyruğuna katılmakta geç kalsa da, yine de “değerli” bulduk Kemal Bey’in açıklamasını. Alkışladık.
Darbenin sıcak saatlerinde, CHP milletvekillerinin parlamentoya koşup “görüntü” vermelerini de değerli bulduk. Alkışladık.
Darbeciler galip çıksaydı (o gece yarısı arbedesinden zaferle ayrılsalardı), Kemal Bey yine de o “değerli” işi yapıp arkadaşlarını parlamentoya gönderir miydi?
Bilmiyorum...
Günahlarını almak istemem ama pek sanmıyorum...
CHP’nin darbeye karşı “dik duruş” sergilediği saatlerde, bu partinin resmî televizyon kanalı olan Halk TV, “korsan darbe bildirisini” döndürüp duruyordu ekranlarında.
Halk TRT’yi ele geçirdi, darbecileri dışarı attı, normal yayın akışına geçildi... Halk TV o “utanç bildirisini” yayınlamaya devam etti.
Hadi “gazetecilik” cehdiyle davrandın, sıcak bir gelişmeyi izleyicilerini duyurdun...
Bir kere duyur, iki kere duyur, üç kere duyur...
Bildiriyi evirip çevirip defalarca yayınlamanın, aralara girip darbeye maruz kalmış hükümete laf sokmanın âlemi nedir?
Mesele “sıcak gelişme”yi duyurmaksa... Akabinde yaşanan sıcak gelişmeleri niçin duyurmadın?
Niçin o bildirinin kendisine “silah zoruyla” okutulduğunu söyleyen TRT spikerinin beyanlarına yer vermedin? Niçin 10 saniyecik de olsa görüntü yayınlamadın?
Kemal Bey, “darbenin çözülmeye yüz tuttuğu” saatlerde de olsa, yaptığı açıklamayla alkışı hak etmiştir ama CHP’nin resmî televizyon kanalı olan Halk TV, takındığı “darbe yanlısı” tutumla hem bir çuval inciri berbat etmiş, hem de “bazılarının” bilinçaltını ele vermiştir.