Yarın 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişiminin yıldönümü.
Ondan önce de üç kez teşebbüs edildi.
İlkinde 27 Nisan 2007’deki muhtıra üzerinden, ikincisinde Şubat 2012’de MİT başkanı üzerinden, üçüncüsünde 17/25 Aralık 2013’te yargı üzerinden darbe teşebbüsünde bulunulmuştur. Dördü de Başkan Erdoğan yönetiminin dik duruşuyla başarısızlığa mahkûm edilmiştir.
Önceki darbeler ve AK Parti dönemindeki darbe teşebbüslerinin tamamı emperyalist güçlerin emellerine hizmet ettiğini önceden belirtmeliyiz.
27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin doğrudan emperyalist güçlerin tertibi olduğunda neredeyse herkes hemfikirdir.
Emperyalist güçlerin desteğiyle oluşan vesayet sistemi zayıfladıkça, ülke yerli ve milli kararlar alma noktasına yaklaştıkça darbelerin ve teşebbüslerinin geldiğini gördük.
15 Temmuz’a gelinen süreçte Başkan Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin dışa bağımlılıktan kurtulup kendi kendine yetme istikametinde adımlar atması emperyalistleri rahatsız etmiştir.
Türkiye’nin kalkınması ve ekonomik alanda güçlenmesinin lokomotifi olan Başkan Erdoğan, emperyalistlerin ve uşaklarının hedefindeki siyasetçi idi. Onun başarılı politikaları mazlum coğrafyalara özellikle de emperyalizmin kıskacı altındaki İslam coğrafyasına emsal teşkil ediyordu.
Ayrıca Türkiye’deki bu başarı Arap Baharı’nı tetikleyen unsurların biriydi. Arap Baharı’na müdahale edip kışa çeviren emperyalist güçler Gezi olaylarına destek vererek Türkiye’yi de Mısır’a Suriye’ye çevirmek istiyordu. Oysa Türk Baharı 14 Mayıs 1950’de yaşanmıştı.
Ve toplumumuz geçen sürede bu tür ajitasyonlara karşı şerbetliydi.
Emperyalist güçler genelde seküler kesimi kullanarak hareket ederken, 2011’den sonra dini hizmet kılıfı giydirilmiş bir cemaati kullanmaya başlamıştı. Nitekim Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı M. Yeşil, 2011’den sonra AK Parti’ye muhalefet etmeye başladıklarını itiraf etmiştir.
AK Parti iktidarı, bu cemaate karşı hüsnü zanla muamele, etmiş müsamahakâr davranmıştır. Emperyalist güçler, on yıllar boyunca devletin kılcal damarlarına sızan cemaat mensuplarını kullanmaya başlamıştır.
Başkan Erdoğan’ı 2012 ve 2013’te yargı darbesiyle deviremeyen emperyalistler, 15 Temmuz’da kanlı bir darbeye teşebbüs etmiştir.
Doğrusu onların paralel yapılanması deşifre olmuştu ama hiç kimse böylesi kanlı bir teşebbüste bulunacağını tahmin edememişti.
Onları destekleyen yazarlar bile bu kadarını tahmin edememişti. Nihayet Ilıcak, Bulaç ve Türköne gibi cemaatin medyasında çalışanlar bile bunu itiraf etmiştir.
Ortada kozmik bir yapılanma vardı. Bunlar kendilerini en yakınlarındakilerden bile gizlemişler, kendilerinden olmayan gazetecileri de başkalarını da kullanmışlardır.
İktidar bu yapının bir cemaat olmayıp terör örgütü olduğunu legal görünümlü illegal bir yapı olduğunu kayıtlara geçirmiş ve 2015 yılında FETÖ terör örgütü olarak milli güvenlik belgesine derç etmiştir.
Fakat 15 Temmuz’daki darbe girişimi bir dönüm noktası olmuştur. Askeri üniforma giymiş örgüt mensupları tarihin en kanlı darbesine teşebbüs etmiştir.
251 cana kıymış, yüzlercesini yaralamış olan bu örgütün sıradan bir darbe girişiminde bulunmadıkları, ülkeyi işgale açık hale getirmeyi hedefledikleri tespit edilmiştir.
Darbe teşebbüslerine karşı direnen Başkan Erdoğan bu kanlı darbeye karşı da dik durmuş ve darbeyi akamete uğratmıştır.
2010 anayasa tadilatı ile vesayet sistemini büyük ölçüde ortadan kaldıran iktidar, 15 Temmuz girişimini de püskürterek vesayet odaklarını tamamıyla etkisiz hale getirmiştir.
Böylece Türkiye bütün dünyaya bağımsızlığını korumaya muktedir olduğunu göstermiş, dış destekli vesayet odaklarına da gereken dersi vermiştir.
10 Temmuz 2020 Danıştay Kararı ve cumhurbaşkanlığı kararnamesi de Türkiye’nin artık ne dış ne de iç vesayete izin vermeyeceğini perçinleyen bir gelişmenin tescili olmuştur.
Türkiye tam bağımsız, hiçbir gücün baskısına boyun eğmeyen, kararlarını kendi çıkarları doğrultusunda alabilecek güce sahip bir ülke olduğunu ispat etmiştir.
Dolayısıyla 15 Temmuz 2016 ve 10 Temmuz 2020 bu ülkenin tam bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettirdiği iki önemli gün olarak tarihe geçmiştir.
Başkanlık sistemiyle de siyasi istikrarı sağlayan ülkemiz, bundan sonra her alanda güçlenmeye odaklanmalı; halkın refahı; bölgenin huzuru ve insanlığın selameti için politikalar üretmelidir.
Ve dahi tarihin ve coğrafyanın omuzlarına yüklediği misyonu yerine getirme istikametinde ilerlemelidir.
15 Temmuz görünürde FETÖ’nün teşebbüsüdür ama gerçekte emperyalizmin hamlesidir. Kaybeden de sadece FETÖ değil emperyalizmdir.
Kazanan taraf ise Türkiye’dir.